Silahlı Çatışmalar Hukuku Bağlamında İnsan Hakları

silahlı çatışmalar hukuku, savaş hukuku

Uluslararası hukuk sisteminde savaşlar son çare olarak görülmüştür. Savaşın kaçınılmaz olduğu durumlarda ise savaşın meşru nedenleri (Jus ad Bellum) ve savaş sırasında uyulması gereken hukuk (Jus in Bello) devlet arasında yapılan uluslararası sözleşmelerle belirlenmiştir. İnsan hakları ihlallerinin önlenmesi açısından savaş öncesi ve sonrası hukuk kurallarına uyulması elzem niteliktedir. Silahlı Çatışmalar hukukun ihlali durumunda uluslararası cezai sorumluluk gerekecektir.

Uluslararası toplum, tarihin her sahnesinde birtakım uyuşmazlıklar yaşamış ve bu uyuşmazlıkları çözmede sık olarak gerek soğuk gerekse sıcak savaşa başvurmuştur. Bu nedenle dünya tarihi, savaşlar bakımından oldukça zengindir. Savaşlar, ortaya çıkış sebepleri, esnasında yaşanan vakalar ve sonuçları ile incelenmeye değer bir alandır.

Savaşların en çok karşımıza çıkan tarafları iki ya da daha fazla devlettir. Devlet kavramının uluslararası hukuk konjonktüründe en iyi tanımlaması George Jellinek’in üç unsur diye bilinen teorisine göre yapılmış olan tanımıdır. Bu tanıma göre devlet, belirli bir ülke parçası üzerinde teşkilatlanmış olan insan topluluğunun bir siyasi otorite altında yaşayarak egemenlik oluşturduğu varlıktır.

Uluslararası hukuk ana başlığı altında incelenen silahlı çatışmalar hukuku, iki kola ayrılarak incelenebilir: Jus in Bello ve Jus ad Bellum. Jus in Bello, silahlı çatışma hukuku bağlamında uyulması gereken kuralları yani sıcak çatışma başladıktan sonra devletlerin uyması gereken yasal ve ahlaki kuralları düzenlerken Jus ad Bellum ise silahlı çatışmaların meşruiyetini belirleyen hükümlerdir. Savaşın varlığının gerekliliğini, kişilerin ya da zümrelerin değil toplumun çıkarları doğrultusunda hayatları kurtarma yönünde yapılması gerektiğini düzenler.

Silahlı çatışmalar hukukunun bel kemiğini oluşturan Jus in Bello ve Jus ad Bellum kavramlarını daha geniş başlıkta açmakta yarar var.

Savaşa Girmenin Meşru Nedenleri: Jus ad Bellum

Jus ad Bellum, bir devletin savaşa girmesinin meşru nedenleri anlamına gelir. Bu kurallar, savaşı adil yapan şeyler için belirli kriterlere odaklanır. BM Şartı’nın 51. Maddesi şu şekilde bir düzenlemeye yer vermiştir: “Bu Şartta yer alan hiçbir şey, Birleşmiş Milletler Üyesine karşı silahlı bir saldırı meydana gelirse, bireysel veya toplu öz savunma hakkını bozamaz.”

Bir ülkenin diğerine karşı savaş ilan etmesinin haklı nedenlerini sınırlayan uluslararası bir anlaşma, Jus ad Bellum ile ilgilidir. Bu konuda Briand-Kellogg Paktı (1928) göze çarpmaktadır.

Jus ad Bellum, içeriğinde barındırdığı koşulları ile geçerlilik kazanır. Bu koşulları açmak gerekirse, haklı neden, Jus ad Bellum ilkesinin en önemli koşuludur. Jus ad Bellum’a göre saldırı amacı içeren savaşın haklı olmayacağı savunulur. Bu yüzden haklı savaşın amacı açıkça savunmadır. Savaşın amacı, dar biçimde tanımlanmış ulusal çıkarları izlemek değil, adil bir barışı yeniden tesis etmek olmalıdır.

İkinci koşul ise orantılılıktır. Bu koşula göre savaşta kullanılan şiddetin askeri hedeflerle orantılı olması gerektiği öngörülür. Bu hedef, yakılmış toprak politikalarını engellemek içindir. Askeri zafer seviyesi, ortaya çıkan yıkım seviyesi ile orantılı olmalıdır.

Orantılılık ve haklı neden ilkesi ile bağlantılı olarak ortaya çıkan başarı olasılığı koşuludur. Bu koşula göre, haklı davanın güvence altına alınması muhtemel değilse kitle şiddetinin gerçekleştirilmemesi gerekir. Eğer gerçekten kazanma şansı yoksa istilanın anlamı olmadığı açıktır.

Dördüncü koşul olan doğru otorite ilkesi, bir savaşın sadece meşru bir otorite tarafından yürütülürse uluslararası hukuk bağlamında savaş niteliğine haiz olacağını gösterir. Bu otorite, devlet egemenliği kavramına dayanır. En başta da değindiğimiz gibi silahlı çatışmaların süjesi devlettir. Dolayısıyla savaşı, cinayetten ayıran da meşru otoritedir.

Son koşul olan son çare ilkesi, şiddet kullanımının gerekçelendirilebilmesi için öncelikle şiddet içermeyen tüm seçeneklerin tüketilmesi gerektiğini öngörür. Diplomatik seçenekler, yaptırımlar ve diğer askeri olmayan yöntemler denenmeli veya geçerli bir şekilde reddedilmelidir. Ayrıca bu bağlamda gündeme gelecek orantılılık ilkesi doğrultusunda nükleer saldırılar gibi büyük bir kuvvetle savaşa başlamak yerine önce küçük müdahale güçlerinin kullanılması ve sonradan savaş güçlerinin dozajının yükselmesi esastır.

Savaş Sırasında Uyulması Gereken Hukuk: Jus in Bello

Jus in Bello -Savaş Hukuku- bizlere bir savaş nasıl yapılmalıdır sorusunun cevabını veren bilgileri bünyesinde barındırır. Bu kavram, silahlı çatışmalar hukukunda international conflict -uluslararası çatışmalar- kapsamında kullanılır. Uluslararası çatışmalar ise düalist bir yapı sergilemektedir:

-Devlet vs. Devlet (İran vs. Irak)

-Devlet vs. Ulusal Kurtuluş Hareketleri (İsrail vs. Filistin Kurtuluş Örgütü)

Silahlı çatışmalar esnasında devletlerin uyması gereken birtakım kuralların mevcudiyeti, savaştan en az hasarla çıkılması ve insan haklarının ihlalinin minimal düzeyde kalması bakımından önem arz eder.

Bu kuralların en başında savaş dışı olan bireylerin sivil sıfatına sahip olduğu ve sivillere zarar vermenin savaş suçunu meydana getirdiğidir. 1949 Cenevre Sözleşmeleri ’ne ek I. Protokol m.51/3 şöyle bir düzenleme öngörmüştür: “Siviller yalnızca saldırılara etkin biçimde katılıyorsa saldırıya hedef olabilirler. Aksi halde sivillere saldırılması yasaktır.”

İkinci olarak savaş esnasında kullanılan silahların niteliği gelmektedir. Öyle ki insanlar üzerinde gereğinden fazla ıstıraba sebebiyet veren silahlar yasaklanmıştır. Bu silahlara örnek olarak kimyasal/biyolojik silahlar, dom dom kurşunu, kör edici lazer silahlar verilebilir.

Uluslararası İnsancıl Hukuk kurallarında yıllar içinde değişen ve gelişen koşullara ayak uyduran değişikliklere gidilmiştir. Örneğin 1977 ek Protokol m. 35/3 ve 55 doğal çevrenin korunmasını amaçlamaktadır:

Madde 55 – Doğal çevrenin korunması

1. Muharebe sırasında doğal çevre, kalıcı, yaygın, ciddi zararlara karşı korunacaktır. Bu koruma, doğal çevreye zarar getirmesi ve böylece halkın sağlığını ya da yaşamını devam ettirmesini tehlikeye sokması beklenen ve bu amaçla geliştirilmiş savaş araçlarını ve yöntemlerinin kullanılması yasağını içermektedir.

2. Misilleme yoluyla doğal çevreye saldırıda bulunmak yasaktır.

Cenevre Sözleşmelerinde Ek Uluslararası Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına Dair 1 No’lu Protokol

Madde 35/3 uyarınca “Doğal çevreye, geniş alanda etkili, kalıcı ve ciddi hasar vermesi amaçlanan, ya da vereceği tahmin edilen savaş yöntemlerini ve araçlarını kullanmak yasaktır.”

Aynı zamanda savaşlar sırasında doğal çevrenin korunması konusunda Birleşmiş Milletler bünyesinde imzaya açılmış olan Çevreyi Değiştirme Yöntemlerinin Askeri Amaçlarla ya da Başka Düşmanca Kullanımını Yasaklayan Sözleşmesi (ENMOD)  de bulunmaktadır.

Üçüncü olarak yaralı ve hasta bireylere zarar verilemez; savaş mahkumlarına ise işkence yapılamaz, keyfi şekilde öldürülemez. Son olarak Kızılay, Kızılhaç gibi yapılanmalarla doktorlar savaşın her aşamasında dokunulmazdır.

Uluslararası Ceza Hukuku Bakımından Sorumluluk

Silahlı çatışmalar hukuku kavramından bahsetmişken bu bağlamda atlanmaması gereken bir diğer önemli kavram “Uluslararası Ceza Hukuku” dur. Hukukun bu dalı, devletlerin suç oluşturan eylemlerinin olup olmadığını inceler. Bu bağlamda suçlu olan kişiler Uluslararası Ceza Divanı’nda yargılanarak cezaya çarptırılır. Burada yargılananlar daha çok gerçek kişilerdir. Zira yukarıda da değindiğimiz üzere savaşın amacı devlet sınırları içinde yaşayan bireylere acı çektirip temel haklarından mahrum etmek değildir. Savaşlar, devletler arasında çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde başvurulan son yoldur, dolayısıyla uyuşmazlığın en az hasarla çözümlenmesi esas alınmaktadır.

Uluslararası Ceza Divanı’nın inceleyerek çözüme kavuşturduğu suçlardan kısaca bahsetmekte yarar bulunmaktadır.

Bu suçlar üç kola ayrılarak incelenir:

Barışa Karşı Suçlar: Uluslararası hukuku ihlal eden bir savaşı planlamak, hazırlamak, başlatmak ve yürütmek için harekete geçmek ya da bu amaçla ortak bir plan veya komploya katılmak şeklinde cereyan eden bir suçtur.

Savaş Suçları: Jus in Bello kapsamında savaşan taraflara yasaklanan eylemlerin faaliyete geçirilmesi suretiyle ortaya çıkan suç tipidir. Savaş esirlerinin öldürülmesi verilebilecek en tipik örnektir.

İnsanlığa Karşı Suçlar: Bir insanın ya da insan topluluğunun salt ırk, din, dil, milliyet, etnik köken gibi nedenlerle insanlık onurunu ayaklar altına alarak sistematik (planlı) bir şekilde haklarının ihlal edilmesi şeklinde cereyan eder. İnsan Hakları Hukuku, savaşa engel olacak önemli bir işlev görebilir. Çünkü insan haklarına duyulan saygı, silahlı çatışmanın başlamasına engel olması bakımından önem arz eder. İnsan hakları, silahlı çatışmalar esnasında uyulması gereken kuralları şekillendirmede elzem bir ayrıntıdır.

Bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir: Gülden Duran, “Silahlı Çatışmalar Hukuku Bağlamında İnsan Hakları”, hukukcukafasi.com/silahli-catismalar-hukuku-baglaminda-savasta-insan-haklari, (Erişim Tarihi: … ).

The following two tabs change content below.

Gülden Duran

İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi.

Benzer yazılar

4 Yorum

  1. 4 Haziran 2020

    […] Bu yazımız da ilginizi çekebilir: Silahlı Çatışmalar Hukuku Bakımından İnsan Hakları […]

  2. 10 Haziran 2020

    […] Silahlı Çatışmalar Hukuku Bağlamında İnsan Hakları […]

  3. 1 Mart 2021

    […] Silahlı Çatışmalar Hukuku Bağlamında İnsan Hakları […]

  4. 8 Nisan 2021

    […] Silahlı Çatışmalar Hukuku Bağlamında İnsan Hakları […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir