Fuller’in Sekiz İlkesi

kanun yapımında fuller’in sekiz ilkesi

Bu makalemizde Lon L. Fuller’in ileri sürmüş olduğu sekiz ilkenin sırasıyla detaylı açıklaması ve eleştirisi yapıldıktan sonra, içinde bulunduğumuz zaman diliminde yaşanan örnek güncel olayların bu ilkeler ışığında değerlendirmesi yapılacak, yasaların çerçevesinin çizilmesi problemi genel hatlarıyla tartışılmış ve normların sınırlandırılması hususunda çözüm önerileri sunulacaktır.

Fuller’in sekiz ilkesi şunlardır:
  • Genellik
  • Kamusallık
  • Geçmişe Yürümezlik
  • Açıklık
  • Çelişik İfadeler İçermeme
  • İmkansızı Gerektirmeme
  • İstikrarlılık
  • Kanunların Yetkililerin Eylemleriyle Uyumluluğu

Hukukun İç Ahlakı

Yürürlükteki hukuk ile olması gereken hukuk arasındaki farkın azalması ve nihayetinde tamamen kapanması, yüzyıllar boyunca doğal hukuk teorisyenlerinin en temel ideallerinden biri olmuştur. Hukuk alanında kafa yoran birçok düşünür, pozitif hukuk kurallarını adalete yakınsayabilmek için yollar aramışlar ve bu amaç doğrultusunda mevcut sorunları belirleyip çözüm önerileri sunmuşlardır. Bu alandaki en büyük sorunlardan biri, yasaların hangi esaslara göre hazırlanacağıdır. Lon L. Fuller de The Morality of Law isimli kitabında bu soruna değinmiş ve hukukun bir iç ahlakı olduğunu, ahlaklı bir kanun çıkarmak için sekiz fazilete uymak gerektiğini ileri sürmüştür.

Fuller bu düşüncesini, kitabının Yasa Koymakta Başarısız Olmanın Sekiz Yolu isimli bölümünde, Rex isminde bir monarkın yasa koyma hikâyesi ile örneklendirmiş ve yasa koyuculara nasıl kural oluşturacakları yönünde rehber olacak bu ilkeleri sunmuştur. Bu ilkeler; genellik, kamusallık, geçmişe yürümezlik, açıklık, çelişik ifadeler içermeme, imkansızı gerektirmeme, istikrar ve kanunların yetkililerin eylemleriyle uyumluluğu olmak üzere sekiz adettir.

Genellik İlkesi

Genellik ilkesi, hukuk kuralının kişisel olmaması ve benzer birden çok olayı kapsayacak şekilde soyut bir dilde yazılmasını ifade eder. Bu ilke aynı zamanda kuralın yalnızca kamu yararına yönelik olması ve belli kişi veya kişilerin çıkarının gözetilmemesi anlamını da içerir. Anayasa Mahkemesi kararlarında bu ilkenin, kanunların aynı özellikleri taşıyan olaylara ve aynı durumda bulunan herkese uygulanabilecek biçimde düzenlenmelerini zorunlu kıldığını açıklamış ve kanun koyucunun daima göz önünde bulundurması gereken hususun kamu yararı düşüncesi olması gerektiğini, aksinin hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağını ortaya koymuştur. Wibren van der Burg da aynı şekilde genellik ilkesini keyfiliğe ve hukukun siyasi manipülasyonuna karşı bir güvence olarak görmektedir. Bu ilkenin diğer bir yararı ise hukukun çok karmaşık ve tutarsız bir hale gelmesini engellemesidir.

Fuller’in anlattığı hikâyede de Rex’in karşılaştığı ilk ve en büyük zorluk genelleştirme problemidir. Rex genelleştirme yapamadığı için hiçbir kural elde edememekte ve her sorunu ad hoc şekilde çözümlemeye çalışmaktadır. Gerçekten de genellik belki de bir kuralın sahip olması gereken en önemli özelliktir. Diğer tüm ilkeler, az ya da çok, genellik ilkesi sayesinde hayata geçirilebilirler. Ancak genellik ilkesinden kanunun istisnasız herkesi kapsaması gerektiği de anlaşılmamalıdır. Belli özelliklere sahip kişiler hakkında bir kanun çıkarılması, bu kişilerin ferden belirlenmemiş olması dolayısıyla mümkündür. Örneğin sadece devlet memurlarını kapsamasına rağmen Devlet Memurları Kanunu bu sebeple genellik ilkesine aykırılık oluşturmaz.

Ne var ki bu ilke yakın tarihe kadar parlamentolar tarafından tam anlamıyla anlaşılıp uygulanabilmiş değildir. 1948 yılında kabul edilen İdil Biret ve Suna Kan’ın Yabancı Memleketlere Müzik Tahsiline Gönderilmesine Dair Kanun bu sorunun çok açık bir örneğidir. Genellik ilkesinin çok uzun zamandır tartışılmakta ve kabul görmekte olmasına rağmen ülkemizde Cumhuriyetin ilk yıllarında kanun yapma kültürünün oluşmamış olmasından dolayı Osmanlı fermanlarına benzeyen ve teknik açıdan talihsiz kanunlar yapılmıştır.

Kamusallık İlkesi

Kamusallık ilkesi, hukuk kurallarının yayınlanmasını ve halkın erişimine açık olmasını ifade eder. Bu ilkeye göre kurallar ilan edilmeli ya da en azından etkilenen tarafa iletilmelidir. Fuller’in hikayesinde Rex genelleştirme problemini bir derece aştıktan sonra bir kanun hazırlar ancak bu kanunun resmi devlet sırrı olduğundan bahisle sadece kendisi ve kâtibi tarafından bilineceğini açıklar, bu planın da tebaası tarafından tepki görmesi şaşırtıcı değildir. Halk, bilmeleri mümkün olmayan kurallara uymalarının beklenemeyeceğini ileri sürer ve bu sebeple kurallar da yürürlükten kaldırılır.

Gerçekten de, Fuller’e göre hukukun vatandaşların davranışlarını yönlendirebilmesi ve iç ahlaka ulaşması için, kurallar onlardan etkilenenlere açıklanmalıdır. Hukuk kurallarının vatandaşlara açıklanmamasının iki büyük tehlikesi vardır. Vatandaşlar hukuku bilmezse hukuk onların eylemleri için bir rehber olamaz ve ancak keyfi cezalandırma için bir araç olur. Bu ilkenin tam olarak gerçekleşmesi için kuralların ortalama bir vatandaş için bilinebilir hale getirilmesi gerekir, sadece hukukçular tarafından anlaşılabilecek kurallar bu ilkeyi karşılamamaktadır. Burg ayrıca kuralların anlaşılabilir olması için çok sayıda, karmaşık ya da çok detaylı olmaması gerektiğini de belirtir. Kurallar ancak bu şekilde bilinebilir ve anlaşılabilir hale getirildikten sonra Roma hukukundan günümüze ulaşan kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesi bir anlam taşıyacaktır. Ülkemizde Resmi Gazete’nin gördüğü en büyük işlev de budur.

Geçmişe Yürümezlik İlkesi

Geçmişe yürümezlik ilkesi ise hukuki güvenlikle yakından ilgilidir. Bu ilke, kanunların gelecekte meydana gelebilecek olaylara yönelik çıkarılmasını ve bir kanunun yürürlüğe girmeden önceki olaylara uygulanamamasını ifade eder. Kamusallık ilkesinde açıklandığı üzere, hukukun vatandaşların davranışlarını yönlendirebilmesi için kuralların etkilenenler tarafından olay anında bilinmesi gereklidir, vatandaşların davranışlarını mevcut olmayan bir kurala göre yönlendirmeleri beklenemez.

Gerçekten de, Fuller’in anlattığı hikâyede Rex’in karşılaştığı bir diğer sorun da budur. Rex gelecekteki olayları tahmin edip bunlara göre kural hazırlamaktansa geçmişte olan olaylar için hüküm vermenin daha kolay olacağını düşünür, ancak halk bu öneriye de hukuki güvenlik endişesiyle karşı çıkar. Aslen bu ilke, vatandaşları, gelecekte hukuki durumlarının beklenmedik şekilde değişmesi tehlikesinden korur ve onlar için hukuki güvenlik sağlar. Anayasa Mahkemesi de kararlarında hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez unsurlarından birisinin hukuki güvenliğin sağlaması ve geleceğe yönelik, öngörülebilir kurallar konulması olduğunu belirtmektedir. Ayrıca yasa koyucuların kendi çıkarları uğruna keyfi olarak geçmişte gerçekleşen olaylar için uygulanacak kuralları değiştirmesini engeller. Dolayısıyla, Burg’a göre bu ilke keyfiliğe ve hukukun siyasi manipülasyonuna karşı önemli bir güvence oluşturur.

Ancak bu ilkenin de istisnaları vardır. Örneğin ceza hukukunda suç tarihinden sonra bir kanun değişikliği olması durumunda sanığın lehine olan kural uygulanır, böyle bir durumda kanun geriye yürüyebilir. İdare hukukunda tamamlanmış işlemler bakımından tam geriye yürümezlik söz konusuyken tamamlanmamış işlemler bakımından ise belirli şartların gerçekleşmesi halinde geriye yürüme mümkündür. Bu istisnalar, teorik bir temelden çok politik tercihlere dayanırlar. Örneğin ceza hukukunda sanığı daha avantajlı olan kanundan yararlandırmak için sonraki kanunu geriye yürütmenin, sayılan bu sekiz ilke ışığında bir gerekçesi yoktur. Ancak bireyi kamusal güçten olabildiğince korumak amacıyla bu gibi istisnalar getirilmiştir.

Açıklık İlkesi

Diğer bir ilke olan açıklık ilkesi, kuralların anlaşılabilir olmasını ifade eder. Yasa koyucunun iradesi kelimeler aracılığıyla somutlaşır ve bu kelimelerin iradeyi açık bir şekilde yansıtması gerekir. Gerçekten de, Fuller’in anlattığı hikâyede açık ve anlaşılabilir olmayan kurallar koyan monark Rex de bu sorunla yüzleşmiştir. Halk, kimsenin anlayamadığı, belirsiz ve karmaşık ifadeler içeren bir kurala uymanın kendilerinden beklenemeyeceğini söyleyerek isyan etmiştir. Ne var ki olabildiğince açık yazılmış kurallar bile yoruma ihtiyaç duyar ve bu sebeple yorum yöntemleri geliştirilmiştir. Belirsiz ve geniş ifadeler içeren kanunlar ise, yanlış yorumlanma risklerinin yüksek olması sebebiyle hukuk kurallarının amaçlarına hizmet etmesini imkânsız hale getirir.

Açıklık ilkesinin diğer bir unsuru ise kuralın uygulanacağı olayların net bir şekilde sınırlandırılmasıdır. Bu unsur hem açıklık hem genellik ilkesinde ters orantılı olarak bulunur. Gerçekten de bir kanun ne kadar net bir şekilde sınırlandırılmışsa o kadar açık ancak bir o kadar da spesifiktir. Net bir şekilde sınırlandırılmayan bir kanun ise daha genel olacak ancak açıklık ilkesinden yoksun kalacaktır. Örneğin İdil Biret kanununda konu ve şahıs unsurları oldukça açık belirtilmiş ve kanunun sınırları aşırı net bir şekilde çizilmiş olmasına rağmen bu kural genellik ilkesinden yoksun olduğu için hukuk tekniği açısından sorunlu olmuştur. Dolayısıyla sınırlandırmanın doğru şekilde yapılması büyük önem arz etmektedir.

Çelişik İfadeler İçermeme İlkesi

Bir hukuk kuralının sahip olması gereken diğer bir özellik ise çelişik ifadeler içermemesidir. Yasaların hem kendi içlerinde hem diğer yasalarla çelişik olmasından kaçınılması hukuki güvenlik için zorunludur. Karşıtlıklar içeren yasalar ve hukuk sistemleri, vatandaşlardan tam olarak ne talep edildiğinin belirgin olmamasına neden olur ve Rex’in karşılaştığı diğer bir sorun da budur, hazırladığı yasada birbiriyle uyumsuz olmayan iki kural bile yoktur. Sonuç olarak halk yine isyan eder. Gerçekten de vatandaşlardan böyle tutarsız ve çelişik kurallara uymaları beklenemez çünkü bu durumda hukuk kuralları onlara rehber olamamaktadır. Bu sorundan kaçınmak için, yasaların hazırlanmasında uzmanlardan yardım alınmalı ve anlamlı bir bütün oluşturmak için yeterli çaba gösterilmelidir. Ayrıca uluslararası hukukun iyi bilinmesi ve bağlı olunan uluslararası birlik ve anlaşmalara uygun yasa çıkarılması da zorunludur. Buna ek olarak, olası çelişkilerin önüne geçilmesi için normlar arasında bir ast-üst ilişkisi öngören bir kural koyulması da zorunludur. Son olarak, Burg torba yasaların çelişik olma riskinin yüksek olmasından dolayı bu tür yasaları çıkarmaktan kaçınmak gerektiğini belirtmektedir.

İmkansızı Gerektirmeme İlkesi

Fuller’in sunduğu altıncı ilke, yasalara uyma olanağının bulunmasıdır. Yasalar, vatandaşlardan yapmaları imkansız olanı yapmalarını gerektirmemelidir. Diğer bir ifadeyle, etkilenen tarafların gücünü aşan bir eylem gerektiren kuralların kabulü bu ilkeye aykırı olacaktır. Rex’in karşılaştığı bir sorun da budur, Rex halkına sinirlendikten sonra uyulması imkansız kurallar getirir. Örneğin kralın huzurunda öksürmeyi suç sayar ve on yıllık bir hapis cezası öngörür. Bu kuralların sonucu ise sivil itaatsizliktir, halk uyulması imkansız kanunlara karşı çıkar çünkü bu kurallar ancak karmaşa, korku ve kaosa hizmet etmektedir. Gerçekten de hukuk kurallarının amacı vatandaşlara rehberlik etmek ve o kurallar uyarınca yaşanarak toplum hayatını iyileştirmek olduğuna göre, uyulması imkansız olan ve dolayısıyla vatandaşlara yol gösteremeyecek kuralların kabulü hukuk sisteminin genel amacına aykırı düşmektedir. Bu tür kurallar, Fuller’in de ifadesiyle, hukukun iç ahlakına uygun olmayacaktır.

Ne yazık ki bu tür kurallar sadece masallarda ortaya çıkmamakta; 2021 yılı koronavirüs salgını sırasında İtalya’nın bir kasabasının belediye başkanı Covid-19 hastalığına yakalanmayı yasaklamaktadır. Bu tür kuralların bu ilke bakımından değerlendirildiğinde maddi anlamda bir hukuk kuralı sayılamayacağı açıktır.

İstikrarlılık İlkesi

İstikrarlılık ilkesi, kuralların zaman içerisinde tutarlı olması anlamına gelmektedir. Kuralların sık sık değişmesi hem bilinebilirliğini zorlaştırır hem de hukuki güvenilirliği sarsar. Sürekli değişen hukuk kuralları vatandaşların davranışlarını yönlendirme niteliğini de kaybedecektir. Dolayısıyla istikrarlılık ilkesi, açıklık ilkesiyle el ele yürümektedir.

Rex yasama macerasında bu sorunla da karşılaşmıştır, mevcut kuralları güncel gereksinimleri karşılamak için sık sık değiştirmesi sonucu halk yine isyan etmiştir çünkü tamamen kanunsuzluk, kanunların her gün değişmesinden daha yeğdir. Fuller’e göre sürekli değişen, değişiklikleri artık takip edilemeyen ve dolayısıyla vatandaşlara yol gösteremeyen kurallar hukukun amacına hizmet edemez. Bu durumun güncel bir örneğini 2021 yılı koronavirüs salgınında deneyimlenmektedir. Covid-19 önlemleri çerçevesinde her hafta farklı kurallar açıklanıyor, sokağa çıkma yasaklaması olan saatler her hafta değişebiliyor, restoran, okul ve marketlerin hizmet verdiği saatler sürekli değişiyor. Gerçekten de artık halkta büyük bir kafa karışıklığının mevcut olduğu görülmektedir, artık sokağa çıkma yasağının kapsamında olup olunmadığının bile bilinemediği zamanlar olabilmektedir. Bu örnek aslında çok detaylı, karmaşık ve sürekli değişen kuralların halkın davranışlarını yönlendirmede nasıl başarısızlığa uğrayacağını ve açıklık ile istikrarlılık ilkelerinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymak bakımından değerlidir.

İstikrarlılık ilkesinin diğer bir unsuru da öngörülebilirliktir. Öngörülebilirlik, vatandaşların ileride yapılabilecek kural değişiklikleri hakkında bilgi sahibi olabilmelerini ve kendilerini bu değişikliklere hazırlayabilmelerini ifade eder. Örneğin İngiliz hükümeti 2020 yılı şubat ayında yaptığı bir açıklamada fosil yakıtla çalışan arabaların satışının 2035 yılından itibaren yasaklanacağını duyurmuştur. Böyle bir açıklama bu yasaktan etkilenebileceklerin kendilerini hazırlamalarına hizmet etmesinin yanında hukuki güvenliği de sağlamaktadır. Dolayısıyla vatandaşların gelecekteki kanunlardan haberdar olmaları, hukukun insan davranışlarını yönlendirme amacına da hizmet etmektedir. Bu durumun aksi bir örneği ise ülkemizde yaşanmıştır, 2021 yılında çıkarılan bir yönetmelikle ülkemizde kripto paralarla ödeme yapılması bir anda yasaklanmıştır. Son yıllarda kripto paralarla ödeme yapılmasına olanak sağlayacak ödeme sistemi kurmaya çalışan şirketler ve kripto para yatırımı yapan vatandaşlar kendilerini bir anda hiç düşünmedikleri bir hukuki durumun içinde bulmuşlardır. Bu şekilde yapılan değişiklikler ve getirilen kurallar vatandaşların mevcut kurallara güvenmemelerine ve ona göre işlem yapmamalarına, dolayısıyla ülkedeki hukuki istikrar ortamının bozulmasına neden olmaktadır.

Kanunların Yetkililerin Eylemleriyle Uyumluluğu İlkesi

Fuller’in sunduğu son ilke, kanunların yetkililerin eylemleriyle uyumlu olması zorunluluğudur. Burg’e göre ilk yedi ilke kuralların veya yasaların kendileriyle ilgiliyken sekizinci ilke bu kuralların fonksiyon gösterdiği hukuki pratiğe odaklandığı için farklı bir karaktere sahiptir. Bu ilke hukukun üstünlüğünü ifade etmektedir. Buna göre, hukuk kuralları vatandaşları bağladığı kadar yasa koyucular için de bağlayıcıdır, kimse hukukun üstünde değildir. Bu ilkenin özü hukuki yetkililerin, hükümet eylemini güvenilir ve öngörülebilir kılmak için, hukuku yayımlanmış olduğu gibi yorumlamaları ve uygulamalarıdır. Bunun mümkün olması için yasamadan bağımsız yargı ve yürütme organlarının bulunması gerekmektedir. Fuller ve Burg bu ilkeye uyulmamasının doğuracağı tehlikenin devlet ile vatandaşlar arasındaki bağı zayıflatması olduğunu ileri sürmektedir.

Genellik ve Açıklık İlkelerinin Birlikte Değerlendirilmesi

Son olarak, genellik ve açıklık ilkeleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, genellik ve açıklık ilkelerinin kuralların sınırlandırılması bakımından ters ilişkili oldukları düşünülebilir. Peki bu ilkeler birbiriyle çelişmekte midir? Kuralların açık olması için kazuistik ve sınırları net olarak belirli yasalar mı yapılmalı yoksa yasa koyucunun amacının böyle sınırlara takılmadan tam olarak gerçekleştirilebilmesi için çerçeve yasalar mı yapılmalı? Bu sorunun cevabını bir örnekle vermek istiyoruz.

George Washington 1789-1797 yılları arasında iki dönem Amerika Birleşik Devletleri başkanlığı yapmıştır ve 1796 yılında üçüncü kez aday olmayacağını açıklamıştır. 1799 yılında emekliliği bırakması ve tekrar aday olması için bir arkadaşının yazdığı mektuba üçüncü kez kesin olarak aday olmayacağı cevabını vermiştir. Washington’ın bu tutumu uzun yıllar süren bir teamül oluşturmuştur. Tarihçiler onun bu tutumunun sebebi olarak İngiliz kraliyetinin kolonileştirme çabaları sonucu Birleşik Devletlerde tiranlığa karşı oluşan sert refleksi göstermektedirler. Başka bir deyişle, Washington üç dönem yani on iki yıl boyunca başkanlık yapmanın monarşiye benzer bir durum olacağını düşündüğü için adaylığı reddetmiştir. Bu prensip uzun yıllar yasalaştırılmamış, teamül olarak kalmış ve bir başkanın üçüncü kez aday olmaya kalkması halk tarafından olumsuz karşılanmıştır –ta ki 1941 yılında Franklin Roosevelt üçüncü kez başkan olana kadar. Roosevelt 1933-1945 yılları arasında üç dönem başkanlık yapmış, dördüncü dönem için seçimi kazanmış ancak görevinin ilk aylarında ölmüştür. Bunun üzerine 1947 yılında Kongre iki dönem sınırı getiren bir anayasa değişikliğini kabul etmiş ve değişiklik 1951 yılında yeterli sayıda eyaletin onaylamasıyla yürürlüğe girmiştir.

Bu hikâye bize bir teamülün nasıl oluştuğunu, nasıl yıkıldığını ve nasıl yasalaştırıldığını göstermektedir. Ne var ki bu şekilde yasalaştırma çoğu zaman bir çözüm değildir. Bir kuralın kodifikasyonu zorunlu olarak o kuralın uygulanacağı durumların sınırlandırılmasını gerektirir. Bu, yukarıda incelenen açıklık ilkesinin bir sonucudur. Ancak bir kuralın uygulanacağı durumların sınırlandırılması yürürlükteki hukuku olması gereken hukuktan uzaklaştıran belki de en önemli sorunlardan biridir. Gelecekte meydana gelebilecek muhtemel olaylar önceden bilinemeyeceği için bu sınırlandırmanın ne çok dar ne çok geniş, tam ayarında yapılması neredeyse imkânsızdır. Ayrıca bir kuralı koyarken güdülen amaç kelimelere döküldüğünde ister istemez anlam kaybı yaşamaktadır. Bu durumun önüne geçmek için ileri sürülen yorum yöntemleri ne yazık ki yeterli olmamaktadır. Yukarıda verilen örnekte bir başkanın en fazla iki dönem başkanlık yapabileceğini öngören bir norm konulmuştur. Ancak 1989-1993 yıllarında George H. W. Bush bir dönem başkanlık yaptıktan sonra 2001-2009 yılları arasında da oğlu George W. Bush iki dönem başkanlık yapmıştır. Bu konuda bir başka örnek, Joe Biden’ın sekiz yıl başkan yardımcılığı yaptıktan sonra 2021 yılında başkan olmasıdır. Görüldüğü üzere konulan kuralın amacının azami süre sınırı getirilerek başkanlığın bir tür saltanata ya da tiranlığa dönüşmesinin engellenmesi olmasına rağmen kuralın kodifikasyonundaki zorunlu sınırlandırmalardan dolayı bu amacın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı açıktır.

Buna benzer bir olay Rusya’da da yaşanmaktadır, anayasada azami süre sınırı olmasına rağmen Putin, Medvedev’le dönüşümlü olarak 1999 yılından günümüze kadar başkan/başbakan unvanları altında ülkeyi yönetmektedir. Görüldüğü üzere, kanunun lafzına bir sınırlama getirmek açıklık ilkesinin zorunlu sonucu olmasına rağmen bu sınırlamalar kanunun ruhunun gerçekleşmesini engellemektedir.

Öyleyse ne yapmalı? Yasa koyucunun amacını detaylı bir şekilde açıklayacak uzun ve neredeyse somut normlar mı konulmalı? Yoksa yasa koyucu sadece amacının ne olduğunu açıklamakla yetinip olabildiğince genel ve az sayıda ilkeler mi öngörmeli? İlk seçenekte olduğu gibi detaylı, uzun ve somut normlar koymanın kuralların anlaşılmasını ve bilinmesini imkânsız hale getirmesi, eşitlik ilkesini zedelemesi, birçok çelişki ve tutarsızlığa yol açması kaçınılmazdır. Ayrıca yasa koyucunun bu şekilde her durum için ayrı kazuistik kurallar getirmesi hayatın doğal akışı içinde mümkün de gözükmemektedir. Bana göre bu sorunu çözmek için benimsenmesi gereken en doğru tutum, olabildiğince genel ve ilkesel kurallar öngörüp bu ilkelerin uygulanmasını mahkemelere bırakmaktır. Dolayısıyla kanaatimizce, açıklık ilkesinin genellik ilkesi lehine daraltılması gerekmektedir.

Yukarıdaki örnekle açıklamak gerekirse, bir başkanın oğlunun ya da yardımcısının tekrar başkan olamayacağı yolunda kazuistik bir kural getirmek, böyle bir kural yine kaçınılmaz olarak net sınırlar içereceği için pozitif hukuku doğal hukuktan uzaklaştıracaktır. Örneğin bu varsayımda eski başkanın eşi başkan olmak isteyecektir ve kuralımız bunu kapsamamaktadır. Bunun yerine yasa koyucunun amacını soyut ve genel bir şekilde ilkesel olarak belirtmesi daha doğru bir tutum olur. Örneğin başkanlığın bir tür saltanata ya da tiranlığa dönüşmesi yasaktır şeklinde bir kanun, somut olayın değerlendirilmesinde bağımsız mahkemelere takdir yetkisi tanındığı ölçüde daha fonksiyonel olacak ve yürürlükteki hukuku olması gereken hukuka daha çok yaklaştıracaktır. Dolayısıyla, açıklık ilkesini ve yasama yetkisini bir ölçüde sınırlasa bile, yasa koyucunun amacının daha net bir şekilde hayata geçirilmesi bakımından kurallar mümkün olduğunca genelleştirilmeli ve somut olayın değerlendirilmesinde yargıya geniş bir takdir yetkisi tanınmalıdır.

Bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir:

M. Esad Çatak (2021) Fuller’in Sekiz İlkesi, hukukcukafasi.com/fullerin-sekiz-ilkesi, (Erişim Tarihi: … ).

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:


Anayasa Mahkemesi, Esas: 2012/104, Karar: 2013/87.

Anayasa Mahkemesi, Esas: 2016/186, Karar: 2016/176.

Euronews, İngiltere: Hibrit dahil fosil yakıtla çalışan tüm araçların satışı 2035’te sona erecek, 04.02.2020, tr.euronews.com, Erişim Tarihi: 24.04.2021

Lon. L. Fuller, The Morality of Law, Yale University Press, Londra, 1969.

Raymond Wacks, Hukuk Kuramını Anlamak, Çev. Fatma Süzgün Şahin Ünver ve Serdar Ünver, Astana Yayınları, Ankara, 2016.

Sözcü, İtalya’da Corona Virüsüne Yakalanmak Yasaklandı, 03.02.2021, www.sozcu.com.tr, Erişim Tarihi: 24.04.2021.

Sözcü, Merkez Bankası’ndan kripto varlık kararı, 16.04.2021, www.sozcu.com.tr, Erişim Tarihi: 24.04.2021.

Tekin Akıllıoğlu, Hangi Hukuka Giriş, İmaj Yayınevi, Ankara, 2017.

Wibren van der Burg, “Lon L. Fuller’dan Yasa Koyuculara Dersler,” Çev. E. İrem Akı, Hukuk Kuramı, Cilt 1 (2014), Sayı 3, s.58-64.

The following two tabs change content below.

Esad Çatak

Senior law student at Bilkent University, Ankara

Esad Çatak (Tümünü gör)

Benzer yazılar

2 Yorum

  1. 8 Temmuz 2021

    […] Fuller’in Sekiz İlkesi […]

  2. 13 Kasım 2021

    […] Fuller’in Sekiz İlkesi […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir