Tanınmamış Devletlerin Tanınması

tanınmamış devletlerin tanınması ve devleti tanıma yöntemleri

Politika, felsefe ve sosyoloji gibi birçok açıdan devletin soyut yapısı değerlendirilmiş ancak hayatımızın her alanında bulunan ve insan hayatına doğrudan veya dolaylı olarak ciddi etkileri bulunan devletin nasıl oluştuğuna dair fikir birliği oluşmamıştır. Oluşumu itibari ile soyutluk içeren devletin, ekonomik ve sosyolojik varlığını sürdürebilmesi adına başka devletlerle etkileşimi elzemdir. Devletlerarası etkileşim ise tanınmamış devletlerin tanınması meselesini ve tanınmamış devleti tanıma yöntemlerini incelemeyi gerektirir.

Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı

Uluslararası toplumda devlet olgusunun net bir tanıma yapılmamış olmakla beraber devlet olgusunu hangi unsurların bir araya gelerek ortaya getirdiği konusunda bir mutabakat bulunmaktadır. Bu unsurlar; insan topluluğu, ülke ve egemenlik olarak sayılmaktadır. Bu unsuların arasından egemenlik; herhangi bir şekilde denetime tabi tutulamayan emirler verme gücü olarak tanımlanmaktadır. İktidarda bulunan kişiler aracılığıyla kullanılan egemenlik ülke üzerinde yaşayan toplumu yönetme, bu toplumun tabi olacağı kuralları koyma ve uygulama yetkisidir.

Devlet, dünya üzerinde varlığını sürdüren diğer devletlere bağımsızlığını ilan ederek var olmaya başlar ve diğer devletlerle de onların yeni kurulan bu devleti tanıması sonucunda ilişkiler kurmaya başlar. Fransız İhtilali ve bu ihtilali takip eden süreç sonucunda devlet kurumu dünya üzerinde milli bir kimliğe sahip olabilmiş her toplum için son derece önemli bir hale gelmiştir. Öyle ki, toplumlar sahip oldukları milli yapılarını ancak milli bir devlete sahip olmaları durumunda koruyabilecekleri kanısına ulaşmışlardır. Bu durum da imparatorluklar çağının sona ermesine sebep olmuştur. Self determinasyon olarak da adlandırılan toplumların kendi kaderini tayin etmesi anlayışı sonucu dünya üzerinde tarihin hiçbir döneminde görülmeyen sayıda devlet ve benzeri oluşumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu da beraberinde yeni kurulan devlet niteliğindeki yapıların diğer devletler tarafından tanınması sorununu beraberinde getirmiştir. I. Dünya Savaşı öncesi dönemde yeni devletlerin tanınması öncelikle de facto olmuştur (ÖZKAN, 2017).

En başta benimsenen usul de facto olmakla beraber, devletlerin tanınması sürecini Birleşmiş Milletler öncesi ve sonrası olmak üzere iki farklı dönemde ele almak gerekmektedir.

Birleşmiş Milletlerin Kurulması Öncesi Dönem

Bu dönemde devletler daha çok fetih yoluyla kendi topraklarına başka toprakları katmak suretiyle varlık kazanmakta ve bu şeklide de varlığını devam ettirmekteydiler. Hatta bu durum günümüzün aksine hukuka aykırı görülmemekteydi. Burada önemli olan husus kimin haklı olduğu değil kimin savaşı kazandığıydı. Bu dönemde hukuki açıdan meşruluk kazanmakla ilintili bir durumdaydı. Her toplumun askeri gücü kadar söz hakkına sahip olduğu bir dönem de diyebiliriz bu döneme. El değişecek olan topraklarda yaşayan halka kimi zaman hangi devletin egemenliği altında yaşamayı tercih ettiği soruluyor, kimi zaman da belirli bir süre zarfında tercih edilen devlet topraklarına yapılacak göçlere izin veriliyor, bu durumlarda plebisitlere de başvurulabiliyordu (ERÇAKICA, 2013).

Kendi kaderini tayin etme hakkının ilk somut uygulamasının 1581 yılında Hollanda’nın İspanya’dan ayrılıp bağımsızlığına kavuşmasının olduğu kabul edilmektedir (ERÇAKICA, 2013). 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve 1789 tarihli Fransız İhtilali de bu hakkın tüm dünya tarafından kabul görmesi sürecinde son derece etkin olmuşlardır. Ayrıca Amerikan Başkanı Wilson’ın kendi kaderini tayin etme hakkını Birinci Dünya Savaşı sırasında gündeme getiren konuşması da oldukça önemlidir. Wilson’un 14 ilkesinde açıkça ifade edilmese de, kendi kaderini tayin etme hakkına işaret edilmiştir. Kendi kaderini tayin etme hakkı, ABD ile Almanya arasında yapılan antlaşmayla kısmi uluslararası hukuk normu haline gelmiştir (ERÇAKICA, 2013). Ama bu hususun dönüm noktası 1914 senesinde başlayıp 1918 senesine kadar dünyayı kasıp kavuran I. Dünya Savaşı olmuştur. I. Dünya Savaşı sonucunda imparatorluklar birer birer yıkılıp yerlerini ulus devletlere bırakmışlardır. İlerleyen süreçte İngiltere ve Fransa gibi sömürge imparatorlukları da neredeyse başladıkları noktaya, ana karalarına dönmek zorunda kalmışlardır.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere BM öncesi dönemde devletlerin tanınması daha çok de facto olarak gerçekleşmekteydi. De facto tanımada sadece bir toprak üzerinde hâkimiyet kuran bir yönetimin o toprak üzerinde kurduğu hâkimiyet tanınmaktadır. Dolayısıyla da uygulandığı dönem itibariyle geçici olarak nitelendirilebilecek bir tanıma diyebiliriz. Çünkü fetih ve sömürgecilik anlayışının hâkim olduğu bu dönemde toprak parçaları sık sık yönetimler arasında el değiştirmekteydi.

BM Dönemi ve Günümüz

Halkların kendi kaderini tayin hakkı BM Andlaşması 1/2. Maddede düzenlenmiştir (ÖZKAN, 2017). Bu husus ilk olarak 1960 yıllarında sömürge olan toplumlar için öngörülmüş olsa da ilerleyen dönemde bütün halkları kapsayacak bir biçimde kabul edilmiştir. 24 Ekim 1945 tarihinde yürürlüğe giren BM Antlaşması’nın birinci maddesine göre uluslararası hak eşitliğine ve kendi kaderini tayin etme ilkesine dayanarak dostane ilişkiler kurmak BM’nin amaçlarından birisidir. Antlaşmanın elli beşinci maddesinde de kendi kaderini tayin ilkesi vurgulanmıştır. Ancak bu maddelerde ne halkın tanımı yapılmış, ne de kendi kaderini tayin etmek istemenin hukuki sonuçlarına yer verilmiştir (ERÇAKICA, 2013).

Bütün bu gelişmeler sonucunda artık günümüzde devletlerin de facto olarak tanınması anlayışı neredeyse terkedilip artık de jure yani bütün unsurlarıyla kesin olarak o devletin varlığının kabul edilmesi anlayışı benimsenmiştir.

Devletlerin Tanınması

Uluslararası hukukta tanıma, bir uluslararası hukuk süjesinin, kendi dışında oluşan belli bir durumu, kendisi bakımından hukuken geçerli kabul ettiğini ve hukuksal ilişkilerini bu kabul doğrultusunda şekillendireceğini bildirmesi anlamına gelir (ERÇAKICA, 2013). Tanıma kimi zaman tek taraflı bir işlemle gerçekleştirilirken kimi zaman da devletlerin karşılıklı anlaşması sonucu meydana gelmektedir.

Tarihi süreç içinde devletlerin tanınmasının niteliği hususunda yapıcı ve bildirici görüş, Stimson Doktrini ve Montevideo Sözleşmesi gibi farklı düşünceler ortaya çıkmıştır. Bunlardan Montevideo Sözleşmesi devletlerin varlığının tanınmadan bağımsız olduğunu kabul ederken Stimson Doktrini ise tanınma odaklı bir anlayış benimsemiştir. Devletlerin tanınması konusunda bildirici etki kabul edilirken, Uluslararası Adalet Divanı’nın Nottebohm Davası’ndaki kararında devletler tarafından bireylere verilen vatandaşlığın uluslararası hukukta diğer devletlerin bu durumun yasallığını tanımış olmasına bağlaması da önemlidir (ERÇAKICA, 2013).

Tanınma olgusunun devletler açısından bu kadar önemli olmasının sebebi; uluslararası bir süje sıfatını kazanıp uluslararası alanda meydana gelen anlaşmalara, birliklere ve topluluk vb. oluşumlara üye olup söz hakkına sahip olabilmektir. Uluslararası hukuk düzeni içinde yer almak, mevcut uluslararası hukuk süjelerinin tanıma aracılığıyla uluslararası hukuk düzeni içinde yer almak isteyen yeni birimi yasal kabul ettiğini bildirmesiyle sıkı bir ilişki içindedir. Tanıma kurumu ile tanıma işlemini gerçekleştiren kendi açısından yeni birime uluslararası hukuk düzeni içerisinde yeni bir hukuksal statü vermektedir (ERÇAKICA, 2013).

Montevideo Sözleşmesinde devlet olabilmek açısından taşınması gereken bazı kriterler öngörülmüştür. Bu kriterler;

Etkililik: Lauterpacht, Devletlerin ve hükümetlerin tanınmasında tek asli şartın, Devletin gücünün etkililiği ve diğer devletlerden bağımsızlığı olduğunu ifade etmiştir (ÖZKAN, 2017).

Kendi Kaderini Tayin Hakkı: I. Dünya Savaşı sürecinde Amerikan Başkanı Wilson tarafından ortaya atılan self determination anlayışına göre, her toplumun kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Kendi kaderini tayin etme hakkı en basit anlamda, devlet olma hakkı ile ilgilidir (ÖZKAN, 2017). Günümüzde varlığını sürdüren birçok devlet bu anlayış sonucu ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bu kriterin de devlet olmak açısından son derece önemli olduğu doktrinde kabul gören bir husustur.

Hukuka Aykırı Kuvvet Kullanımı ile Yaratılan Birimler: Hukuka aykırı kuvvet kullanımı, bir diğer adıyla ihtilal, mevcut bir devletin içinde bulunan bazı unsurların harekete geçerek güç kullanmak suretiyle o devletten ayrılmasıdır. Ayrılma hareketinin başarılı olması sonucunda, ayrılınan devletin hukuku ve kurumları sona ermektedir ve yeni bir egemenlik, insan topluluğu ve ülke ortaya çıkmaktadır. Bu unsurlar da uluslararası hukukta hakim olana görüşe göre devlet olmanın gerek şartlarıdır. Mahalli hükümetin kendi iradesiyle değil de, dışardan askeri bir müdahale sonucunda olursa bu durum ilk duruma göre biraz farklıdır.

Bu durumda üç ihtimal söz konusudur;

  • Önceki birimin hukuka aykırılığı onun devlet olarak tanınmasını engellemez,
  • Menşe hükümetin hukuka aykırılığı ex injuria non oritur jus kuralına göre değerlendirilir,
  • Müdahalenin hukuksuzluğu mahalli birimin var olmasına engel teşkil etmez (ÖZKAN, 2017).

Tanımanın Çeşitleri

Tek Taraflı Tanıma: Tek taraflı tanıma ile bir devlet yaratılır ya da oluşturulur (ÖZKAN, 2017). Şöyle ki, bu durumda bir devlet yukarıda saydığımız insan topluluğu, ülke ve egemenlik unsurlarını bir araya getirerek varlığını devam ettirmekteyken o devletle ilişkiler kurmak isteyen bir başka devlet o devletin var olduğunu tek taraflı bir biçimde yetkili organları aracılığıyla kabul etmektedir.

Kollektif Tanıma: Kollektif tanımada tanıma işlemi mevcut devletlerin bir araya gelmiş olduğu uluslararası örgütlenmeler veya uluslararası konferanslar aracılığı ile toplu bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Bunun tarihteki ilk örneği Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun bir parçası olan Almanların, Westphalia Antlaşması ile Avrupa Milletler Topluluğunun de jure üyesi olmasıdır.

De Facto Tanıma (Fiili Tanıma): De facto tanımada bir devletin başka bir devleti aralarında herhangi bir anlaşma olmadan tanımasıdır. Yani bir devletin yeni kurulmuş veya öncesinde tanımadığı bir devletle herhangi bir yolla tanıma beyanında bulunmadan doğrudan ilişkiler kurması diyebiliriz.  Birleşmiş Milletler kurulmadan önceki dönemde tanıma işlemleri genel anlamda bu yolla yürütülmekteydi. De facto tanımaya örnek olarak Birleşik Krallık’ın Sovyetler Birliğini 1924 yılında hukuki olarak tanımasından önce 1921 yılında gerçekleştirmiş olduğu tanımayı gösterebiliriz.

De Jure Tanıma (Hukuki Tanıma): De jure tanıma ile de facto tanıma arasındaki fark hukukidir. Bir devletin de facto tanınması tamamen politik bir kararla olabilirken, hukuken var olmaz. Uluslararası hukukun ancak yetkili bir ajanının tanınması ile olur (ÖZKAN, 2017). Politik anlamda her türlü tanıma her zaman geri alınabilirken hukuki tanıma sadece şartların değişmesi durumunda geri alınabilir. Bir devletin bu yolla tanınabilmesi için tanınacak devletin devamlı bir nitelik taşımasının yanında yaşayabilir de olması gerekmektedir.

Zımni Tanıma (Implied Recognition): Tanıma işleminin niteliğinin belirlenmesinde en önemli ölçülerden birini tanıma kararının nasıl açıklandığıdır. Bu karar kimi zaman tanıyan devletin resmi makamları tarafından açık bir şekilde dünyaya ilan edilirken kimi zaman da hiçbir açıklama yapmadan zımni bir şekilde yapılmaktadır. Prof. Dr. Işıl Özkan bu durumu tanıma bir niyet sorunudur diyerek açıklamıştır. Bu niyetin nasıl ifade edileceği hususunda uluslararası örf adet kuralları yardımcı olmaktadır. Doktrinde zımni tanıma, bu tanımayı yapan devletin, niyetine açıkça aykırı olarak yorumlanabilecek işler konusunda bir sorun yaratmadığı sürece, doğru olarak kabul edilmiştir. Başka bir deyişle, bu etkinin devletçe istendiğine dair açık delilleri olmalıdır (ÖZKAN, 2017).

Erken Tanıma (Premature Recognition): Erken tanıma tanımanın, genellikle ayrılan devletin tanınmasının, henüz ayrılma fiilinin tam olarak gerçekleşmediği örneğin silahlı çatışmaların devam ettiği bir dönemde gerçekleştirilmesidir. Bosna-Hersek’in ve Hırvatistan’ın tanınmalarının erken tanıma örnekleri olduğu, bu devletlerin tanındıkları zaman ülkelerinin bazı kısımları üzerinde henüz etkin kontrol kuramadıkları öne sürülmektedir (ERÇAKICA, 2013). Tanıma işleminin daha sağlıklı olabilmesi açısından erken tanıma sakıncalı bir durumdur. Bazı durumlarda tanıma işleminin erken yapılması bir devletin içişlerine müdahale niteliği taşıması sebebiyle savaş sebebi olarak kabul edilebilmektedir. Bu nedenle erken tanıman uluslararası toplum anlamında sakıncalı sonuçların doğmasına sebep olabilmektedir.

Şartlı Tanıma (Conditional Recognition): Bu durumda tanıma, tanımayı gerçekleştiren devletin tanıdığı devlete bir takım şartlar öne sürmesi ve diğer devletin de bu şartları kabul etmesiyle meydana gelmektedir. Bu şart kimi zaman bir azınlık gruba bazı haklar verilmesi olabilirken kimi zaman da bir takım ayrıcalıklar olarak ortaya çıkmaktadır. Şartlı tanıma bu yönüyle tanımanın politik yönünün ciddi bir şekilde ortaya çıktığı tanıma yöntemi diyebiliriz.

Bir Devletin Tanınmasının Sonuçları

Tanınmamış bir devletin dava hakkı, kanun ve fiillerinin geçerliliğinin uluslararası ortamda kabul görmesi ve bunların o devletin uyruğunda bulunan gerçek ve tüzel kişilere yansıması bakımından son derece önemli sonuçları vardır. Tanınmamanın, tanınmamış devletin mahkemelerince verilen kararlara etkisi, ticari ilişkiler kurulması için irtibat bürosu, ticaret ofisi gibi bürolar açılması ve aracı devletlerin vasıtasıyla diplomatik temaslar yapılması gibi sonuçları vardır (ÖZKAN, 2017). Uluslararası yargı anlamında da tanınmanın birçok avantajı bulunmaktadır. Öncelikle hakları başka bir devlet tarafından gasp edilen bir devlet tanınmışsa uluslararası mahkeme önünde diğer devletle eşit bir konumda yargılanma hakkını elde etmektedir.

Ancak günümüz uluslararası sisteminde tanıma günden güne önemi yitirmeye başlamıştır. Sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olan uluslararası hukuk uluslararası sistemi kaygan bir zemin üzerine oturtmuştur. Devletlerin doğası gereği çıkar odaklı yaklaşımları sürmektedir ve bunun sonucu olarak da tanıma kararlarının genelinin politik kararlar olması sonucu doğmaktadır. Bu duruma, Kosova’nın tanınmasına şiddetle karşı çıkan Güney Kıbrıs’ın, Kosova’nın KKTC’ye örnek teşkil edebileceği düşüncesi ile tıpkı Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ riskini nazarında bulundurması gibi İspanya’nın da bu durumu Katalonya’nın durumuyla bağdaştırması örnek olarak gösterilebilir.

Sonuç olarak tanıma kurumu uluslararası hukuk anlamında önemini hala korumakla birlikte gün geçtikçe kan kaybettiği de yadsınamaz bir gerçektir. Ayrıca önemle belirtmek gerekir ki bir devletin uluslararası toplum tarafından tanınarak kabul görmesinin de yabana atılamayacak birçok avantajı bulunmaktadır.

Bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir:

Ertuğrul Kahraman (2021) Tanınmamış Devletlerin Tanınması, hukukcukafasi.com/taninmamis-devletlerin-taninmasi, (Erişim Tarihi: …)

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:


EMİNOĞLU, A. (2015). ULUSLARARASI POLİTİKADA DEVLETLERİN TANINMASI: “AYRILMA” İLE ORTAYA ÇIKAN DEVLETLERDE TANINMA SORUNU. KTU SBE Sos. Bil. Dergisi, 123-141.

ERÇAKICA, M. (2013, Haziran). Devletlerin Tanınması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Devletlerin Tanınması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Gazimağusa, Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.

ÖZKAN, I. (2017). Tanınmamış Devletlerin Yasa, Hukuki İşlem ve Kararlarının Tanınması. İstanbul: onikilevha yayıncılık.

The following two tabs change content below.

Ertuğrul Kahraman

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Ankara Barosu - Stajyer Avukat

Benzer yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir