Zarar Sigortalarında Halefiyet

zarar sigortası sözleşmelerinde halefiyet ve halefiyetin hukuki sonuçları

Halefiyet ilkesine göre sigorta rizikosu, sigorta ettirenin kusuru olmaksızın üçüncü kişilerin kusuru ile gerçekleşmiş olursa, sigorta ettirene aralarındaki sözleşme gereği tazmin borcunu ifa eden sigortacı, gerçekleştirmiş olduğu ifa oranında sigorta ettirenin yerine geçer ve zarar sorumlusundan ifa ettiği miktarı talep etme imkanı elde eder. İşbu makalemizde sigortanın tarihçesi ve genel olarak zarar sigortalarından bahsedilip TTK. m. 1472 ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu açısından sigortanın halefiyeti, halefiyetinin hüküm ve sonuçları incelenecek ve iki kanun hükmü karşılaştırılacaktır.

Sigorta Kavramının Tarihçesi

İnsanoğlu, mülkiyet kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte elde ettikleri, sahip oldukları malvarlıklarını koruma ihtiyacı hissetmeye başlamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da bunu ne şekilde yapabileceklerinin arayışına girmişlerdir.

Sigorta kavramının ortaya çıkışının milattan önce Mezopotamya topraklarında ortaya çıktığı düşünülmektedir. Dünyada sigortacılığa benzer ilk uygulamalara günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce Babiller’de rastlanmaktadır. Zamanın ticaret merkezi durumundaki Babil’de, kervan tüccarlarına borç veren sermayedarlar, kervanların soyulması veya fidye ödeme durumuyla karşılaşmaları halinde tüccarların borçlarını silmekte, buna karşılık borcu tüccarlardan geri aldıkları zaman, taşıdıkları riskin karşılığı olarak ana borç miktarı üzerinden bir miktar para almaktaydılar. Bu olay daha sonra Kral Hammurabi tarafından yasallaştırıldı. Hammurabi Kanunlarının en büyük özelliği haydutların saldırısına uğrayan kervanların zararlarının bütün diğer kervanlar arasında paylaşılmasını öngörmesi idi. Bu uygulama, tehlike paylaşmasının kara taşımacılığındaki ilk örneğidir.

Sonraları sigortaya daha yakın uygulamalar özellikle deniz ticaretinin geliştiği yerlerde görülmektedir. İlk denizci uluslardan Kartacalılar, Romalılar, Yunanlılar arasında, geminin taşıdığı yük üzerine borç verip geminin limana varamaması riskini taşıyan ve gemi salimen limana döndüğünde, hem verdiği borç miktarını , hem de taşıdığı riziko karşılığı faiz niteliğinde önemli pay alanlar bulunmaktaydı. Alınan bu faizlerin yüksekliği Kilise tarafından hoş görülmeyip, bir süre sonra da yasaklandı. Büyük olasılıkla bu yasak, olabilecek tehlikelere karşı önceden bir prim alma biçimine, dolayısıyla da sigorta fikrinin doğmasına yol açtı.

“Modern manada sigorta Avrupa’da 13. asırdan itibaren başladığı halde bizde ancak 1864 tarihli Ticaret-i Bahriye kanununda sadece deniz sigortaları olarak yer almıştır. Ondan sonra Cumhuriyet devri gelir ki Türk sigortacılığı Murakabe ve Mukavele (Türk Ticaret Kanunu 5. kitabı) kanunu ile modern anlamda nizamlanmıştır (ARSEVEN, 1987).” Görüldüğü üzere bizim toplumumuz modern anlamda sigorta kavramıyla Cumhuriyet döneminde tanışmış, ilerleyen süreçte gerçekleşen birçok değişiklikle sigorta hukukumuz bugün bulunduğu hale evrilmiştir.

Sigorta Türleri

Sigorta sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerden­dir ve bu sözleşmede, sigorta ettirenin asıl borcu prim ödemek; sigortacının asıl bor­cu ise bunun karşılığında sözleşme süresince sigorta ettirenden kaynaklı ortaya çıkan rizikoya katlanmak olarak ortaya çıkar.

6102 sayılı yürürlükteki Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK.) benimsenen klasik sınıflandır­ma sigorta sözleşmesini, sigorta konusu menfaate göre ayrıma tabi tutmaktadır. Buna göre, sigorta sözleşmeleri, mal sigortası ve can sigortası olarak temelde ikiye ayrılır. Konusunu malvarlığı kıymetlerinin oluşturduğu sigortalar mal sigortası; insan hayatı­na yönelen riskleri güvence altına alan sigortalar ise can sigortası olarak isimlendirilir. Sigorta ettirenin uğradığı zararları karşılamak üzere yapılan mal sigortalarına zarar veya tazminat sigortaları adı verildiğini ifade etmek gerekir (KAYIHAN, 2016).

Zarar Sigortaları

Sigorta ettiren kişilerin, maruz kaldıkları rizikoların gerçekleşmesi ile uğrayacakları zararların somut olarak karşılandığı sigortalara zarar sigortası denir. Zarar sigortalarında da esas olarak incelenmesi gereken alan rizikonun gerçekleşmesi ile birlikte meydana gelebilecek hususlardır.

Rizikonun gerçekleşmesi sebebiyle üçüncü kişilerin sorumluluğu doğmuşsa meydana gelen zarardan ötürü, aktif sigor­talarında (örneğin kasko), rizikonun gerçekleşmesinde kusuru olmayan sigorta ettirenin, iki farklı şahsa yöneltebileceği iki ayrı alacak hakkı ortaya çıkar. Sigorta ettiren, zararın giderilme­sini aralarındaki sigorta sözleşmesine dayanan sigorta tazminatı gereğince sigorta edenden talep edebilir. Sigorta ettiren, zararın giderilmesini zararın sorumlusu olan üçüncü kişilerden de, haksız fiil hükümlerine dayalı olarak ortaya çıkan haksız fiil tazminatına dayanarak talep edebilir.

Şayet sigorta ettiren hem zarar verenden hem de sigorta şirketinden tazminat almış ise bu durum hukuka aykırılık oluşturur. Zira zarar sigortaları bakımından geçerli olan zenginleşme yasağı sigorta ettirenin hem sigortacıdan hem de zarar sorumlusundan talepte bulunmasını engeller. Ancak zenginleşme yasağı, zarar sorumlusunun sigorta sözleşmesi sayesinde sorumluluktan kurtulmasına da yol açmamalıdır. İşte bu nok­tada sigortacının kanuni halefiyet imkânı devreye girer ve sigortacı, sigorta ettirenin haklarına yasa gereği halef olarak ödediği sigorta tazminatını zararın sorumlusundan tahsil etme imkânına kavuşur. Böylece bir yandan, zarar sigortalarında hâkim olan zenginleşme yasağı uygulanırken diğer yandan, zarardan sorumlu olan kişinin sigorta ettirenin iradesine aykırı olarak sorumluluktan kurtulması engellenmiş olur (KAYIHAN, 2016).

Zarar sigortaları açısından halefiyet kavramı, hem 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda hem de 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda düzenlenmiştir. Halefiyet kavramı her iki kanununda da benzer şekilde düzenlenmiş olsa da kendi içlerinde çeşitli farklılıkları ihtiva etmektedirler. Bu sebeple halefiyeti her iki kanun açısından da ayrı ayrı ele almanın çalışmamız açısından daha yararlı olacağı kanaatindeyiz.

TTK. m. 1472 Açısından Sigortacının Halefiyeti

Halefiyet kurumunu genel olarak düzenleyen TBK. m. 127 hükmü halefiyeti iki bent olarak düzenlemiş ve bu ihtimallerde, alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişi­nin, hemen takip eden durumlarda ifası oranında alacaklının haklarına halef olacağını öngörmüştür.

  • Başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtardığı ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunduğu ve
  • Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin ona halef olacağı, borçlu tarafından ifadan önce alacaklıya bildirildiği takdirde

Sözü geçen hükmün son fıkrası diğer halefiyet hâllerine ilişkin kanun hükümleri saklıdır düzenlemesini öngörerek bu hususta başkaca hukuk dallarında da halefiyet olabileceğini bu durumda da evvelemirde o halefiyete ilişkin kanun kurallarının uy­gulanması gerekeceğine işaret etmiştir.

Konuyu düzenleyen TTK. m. 1472 hükmü ise aşağıdaki gibidir:

Sigortacı, sigorta tazminatı ödediğinde hukuken sigorta ettirenin yerine geçer. Sigorta ettirenin gerçekleşen zarardan dolayı sorumlulara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel kadar sigortacıya intikal eder. Sorumlulara karşı bir dava veya takip başlatılmışsa, sigortacı mahkemenin veya diğer tarafın onayı gerekmeksizin halefiyet kuralı uyarınca, sigortalısına yaptığı ödemeyi ispat ederek, dava veya takibi kaldığı yerden devam ettirebilir.

Sigortacının kanuni halefiyetini düzenleyen işbu hüküm, TTK. m. 1486/1 uyarınca emredici niteliktedir. Bu nedenle taraflar, sigorta sözleşmesine ko­nacak bir kayıtla sigorta ettirenin hasar karşılığını hem sigortacıdan hem de zarar verenden almasını kararlaştıramazlar. Eğer bu hükme aykırı bir düzenleme tesis edilirse sadece bu düzenleme değil sözleşmenin tümü geçersiz olur. Sözleşmeye konulan böyle bir şartın sözleşmeyi tamamen geçersiz kılması doktrinde çok sert bir biçimde eleştirilmiştir. Zira Borçlar Hukukumuzda mevcut olan kısmi butlan tam olarak böyle durumlarda sözleşmenin tamamen ortadan kalkmasıyla yaşanabilecek zararların önüne geçmek için vücut bulmuş bir kurumdur.

Önemle belirtmek gerekir ki; sigortacının, sigorta ettirene yapmış olduğu ödemeyle sigorta ettirenin 3. Kişiye karşı sahip olduğu haklara halef olması durumu sadece zarar sigortaları açısından geçerli olan bir durumdur. Yukarıda kısaca bahsetmiş olduğumuz can sigortaları açısından böyle bir durum geçerli değildir. Can sigortaları, meblağ sigortası niteliği taşıdığından sigortacı, sigorta ettirene/sigortalıya uğradığı gerçek zararı değil de poliçede öngörülen belirli bir tutarı ödeme borcu altındadır. Bu itibarla can sigortalarında, sigortalının, sigortacıdan tazminat aldıktan sonra, zarar veren üçüncü kişilerden ikinci bir tazminat talep etmesinin önünde hukuken hiçbir engel bulunmamaktadır.

Sigortacının sigorta ettirenin yerine geçerek zarar sorumlusu üçüncü şahıs aley­hine sigorta ettirenin dava ve talep haklarına sahip olabilmesi için bazı şartların bir araya gelmesi gereklidir. Bunlar;

  • Geçerli Bir Sigorta Sözleşmesinin Varlığı
  • Sigorta Bedelinin Ödenmesi
  • Sigorta Ettirenin Dava Hakkının Bulunması

Yukarıda saymış olduğumuz üç şartın da gerçekleşmesi durumunda sigortacı, sigorta ettirenin yerine geçerek, üçüncü kişiden, gerçekleştirmiş olduğu haksız fiile dayanarak, tıpkı sigorta ettiren gibi hareket edebilme imkanına kavuşur.

Sigortacının Halefiyetinin Hüküm ve Sonuçları

Sigortacı Yönünden

Yaptığı mal sigorta sözleşmesi hükümleri uyarınca rizikonun gerçekleşmesi üze­rine sigortalısına ödemede bulunan sigortacı, sigortalısının kendisine zarar verene karşı sahip olduğu tazminat isteme ve dolayısı ile halefiyet hakkına kanun gereği sahip olur. Burada söz konusu olan halefiyet davası, tazminat davası niteliğindedir (KAYIHAN, 2016).”

Halefiyete dayalı sigorta tazminat davalarında sigortacı, sigorta et­tireninin sahip olduğu hakların tamamına sahiptir. Bu kapsamda sigorta­cı, sigorta ettirenin sahip olduğu bütün def’ileri ileri sürebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, halefiyet olgusunun gerçekleşmesi durumunda taraflardan hiçbirinin durumu halefiyet öncesine nazaran değişiklik göstermez.

Sigorta ettirenin tazminat ala­cağının hukuki temelinin haksız fiilden, kanundan veya sözleşmeden kaynaklanmış olması arasında hiçbir fark yoktur. Ancak hukuki ilişkinin niteliği, bazı açılardan önem taşır. Örnek olarak, sigorta ettiren ile zarara sebebiyet veren kimse arasındaki hukuki ilişki dolayısıyla ispat yükü kime düşüyorsa sigortacının açtığı tazminat da­vasında da ispat yükü o kişiye aittir. Bu itibarla eğer sigortalı ile zarar veren arasında haksız fiil sorumluluğu söz konusu ise halefiyet kaynaklı tazminat davasında, zarar sorumlusunun kusurunu ve zararı ispat etmek sigortacıya düşer. Benzer şekilde, zamanaşımı süresi ve bu sürenin başlangıç tarihi yönünden de sigorta ettiren ile za­rara sebebiyet veren kişi arasındaki ilişki önemlidir. Bu itibarla TTK.’nın 1420. maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımı değil; bu hukuki ilişkinin tabi olduğu zamanaşımı süresi halefiyet davasında da geçerlidir. Çünkü sigortacının açtığı bu dava sigorta sözleşmesinden değil; kanundan doğar (KAYIHAN, 2016).”

Sigorta Ettiren Yönünden

Sigorta ettirenin sigortacısına karşı yükümlülükleri, rizikonun gerçekleşmesiy­le oluşan zararını tahsil ettikten sonra da devam etmektedir. Bu yükümlülükler, halefiyet konusu hakları korumak, bu hakları ihlalden kaçınmak ve halefiyete ilişkin bilgi ve belgeleri sigortacıya vermektir.

Sigorta ettirenin halefiyet konusu hakları koruma yükümlülüğü, TTK.’nın 1448. maddesinin ilk fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre: Sigorta ettiren, riziko­nun gerçekleştiği veya gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, zararın ön­lenmesi, azaltılması, artmasına engel olunması veya sigortacının üçüncü kişilere olan rücu haklarının korunabilmesi için, imkânlar ölçüsünde önlemler almakla yükümlüdür. Sigorta ettiren, sigortacının bu konudaki talimatlarına olabildiğince uymak zorundadır. Birden çok sigortacının varlığı ve bunların birbirlerine aykırı talimatlar vermeleri hâlin­de, sigorta ettiren, bu talimatlardan zararın azaltılması ve rücu haklarının korunması bakımından en uygun olanını dikkate alır.

Eğer sigorta ettiren yukarıda belirtmiş olduğumuz yükümlülüklerine aykırı davranırsa, sebep olduğu zarar oranınca alacağı tazminattan indirime gidilmesi durumuyla karşı karşıya kalacaktır. Bu husus TTK’nın 1472/2. fıksarında düzenlenmiştir. Söz konusu kanun hükmüne göre; Sigortalı, birinci fıkraya göre sigortacıya geçen haklarını ihlal edici şekilde davra­nırsa, sigortacıya karşı sorumlu olur. Ayrıca sigorta ettiren, rizikonun gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan zarardan dolayı üçüncü kişiden herhangi bir tazmin gerçekleştirmiş ve bunu sigortacıya bildirmemişse, sigortacıdan aldığı tazminatın üçüncü kişiden aldığı miktar kadarını sigortacıya iade etmek zorundadır.

Yargıtay, sigorta bedelinin sigortacıdan tah­sil edilmesinden sonra sigorta ettiren tarafından sorumluya karşı dava açılmış olma­sını dahi TTK. m. 1472/2 anlamında bir ihlal saymaktadır. Ancak önemle belirtmek gerekir ki, eğer sigorta ettirenin zararı sigorta poliçesinin kapsamını aşıyorsa, aşan kısım bakımından sigorta ettirenin üçüncü kişiye başvurma hakkı devam eder.

Zarar Sorumlusu Yönünden

Halefiyet olgusunun zarar sorumlusu yönünden dikkate değer en önemli sonucu iyiniyetli bir biçimde sigorta ettirene yapmış olduğu ödemedir. Zira zarar sorumlusunun, sigorta ettirenle sigortacı arasındaki sigorta sözleşmesinin varlığından haberdar olması hayatın olağan akışı gereği ondan beklenemeyecek bir yükümlülüktür.

Zarar sorumlusunun ödemesi gereken tazminatı, zarar görene mi yoksa onun sigortacısına mı ödemesi gerektiği konusunda uyuşmazlık çıkarsa sorumlunun TBK m. 187 ve 113 uyarınca tevdi mahalli tayinini mahkemeden isteyip borcu oraya tevdi etmekle borçtan kurtulacağı doktrinde kabul edilmektedir (KAYIHAN, 2016).

Bunun dışında zarar sorumlusu yönünden herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

Karayolları Trafik Kanunu Bakımından Halefiyet

Bir sorumluluk sigortası niteliğinde olan zorunlu mali sorumluluk sigortası, 2918 sayılı KTK. m. 91 vd. hükümlerinde düzenlenmiş zarar sigortalarının pasif sigor­ta kısmında incelenen zorunlu bir özel sigorta türüdür. Bu sigortanın amacı, trafik kazaları nedeniyle üçüncü kişilerin uğrayacakları zararların temininin garanti altına alınması olduğu gibi; zarardan sorumlu olan motorlu araç işleteninin kaza riskine karşı ekonomik bakımdan korunmasıdır. Ancak önemle belirtmek gerekir ki; işbu sigortanın temel amacı sigorta ettirenden kaynaklı zararlara karşı üçüncü kişileri güvence altına almaktır.

Karayolları Trafik Kanunu 91. maddesine göre; motorlu araç işleteni sayılan kişilerin zorunlu mali sorumluluk sigortası yaptırmaları gerekir. Bu sigorta, bir tür kaza sigortasıdır. Sigorta, kaza sigortası dalında çalışmaya yetkili olan sigorta şirketleri tarafından yapılır ve bu şir­ketler, zorunlu mali sorumluluk sigortasını yapmak zorundadırlar (KTK. m. 101/1).

Sigorta primleri, araçların cinsine göre sigortanın en az tutarları üzerinden ya­pılır (zorunluluk, bu en az tutarlar üzerinden sigorta ettirmekle yerine getirilmiş olur). Sigortanın en az tutarları, Ticaret Bakanlığı tarafından gerektiği zamanlarda belirlenerek yayınlanır (KAYIHAN, 2016).

Zorunlu mali sorumluluk sigortası primleri bir defada ve peşin olarak alınır ve bu sigorta karşılığı olarak sigorta edilen aracın neden olacağı bir trafik kazasında üçüncü kişinin uğrayacağı zarar, sigorta kapsamındaki belirlenmiş üst limite kadar karşılanır.

TTK 1472 ile Düzenlenen Halefiyet ile KTK. 95/2 ile Düzenlenen Sigortacının Rücu Hakkının Karşılaştırılması

Sigorta hukuku bakımından konuya baktığımızda belirtmemiz gerekir ki, TTK. m. 1472 halefiyet başlığı ile gerçekten sigortacının bazı ihtimallerde sigorta ettirenin yerine geçip onun haklarına kanun çerçevesinde halef olduğu düzenlenmektedir. Yukarıda da ayrıntılı bir biçimde ele aldığımız üzere, bu durumda sigortacı, kural olarak sigorta ettireni ister kendi kusuru ile isterse üçüncü kişi­lerin kusuru ile sigorta zararına uğrasın bunu tazmin etmek durumundadır.

TTK. m. 1472 ile düzenlenen kanundan doğan halefiyet ilkesine göre sigorta rizikosu, sigorta ettirenin kusuru olmaksızın üçüncü kişilerin kusuru ile gerçekleşmiş olursa, sigorta ettirene aralarındaki sözleşme gereği tazmin borcunu ifa eden sigortacı, gerçekleştirmiş olduğu ifa oranında sigorta ettirenin yerine geçer ve zarar sorumlusundan ifa ettiği miktarı talep etme imkanı elde eder. Oysa zaten sigorta rizikosunun oluşmasında kendi sigorta ettireni kusurlu ise (örnek olarak, kasko sigortasında kusurlu yan zaten sigorta ettiren ise) sigortacı bu zararı tazmin eder ve bu durumda halefiyeti ya hiç gündeme gelmez ya da üçüncü kişinin müterafik kusuru çerçevesinde gündeme gelir. Ayrıca önemle belirtmek gerekir ki; TTK. m. 1477/1 gereğince sigortacı, sigortalının, sorumluluk konusu olayı kasten gerçekleştirmesinden doğan zararlardan hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Bu durumda sigorta ettirenin kasıtlı hareket ettiğini ispat yükü sigortacıya ait olacaktır.

Zorunlu mali sorumluluk sigortası yönünden ise sigortacının sigorta ettirenin ye­rine geçmesi söz konusu olmayacaktır. Zira sorumluluk sigortası nite­liğinde olan bu sigorta türünde temel amaç zarar gören üçüncü kişinin zararını teminat altına almak olduğu için halefiyet kurumu zorunlu mali sorumluluk sigortası açısından uygulanamamaktadır. Türk Ticaret Kanununun aksine Karayolları Trafik Kanunu m. 95/2’deki düzenlemenin konusu, esasen hangi ihtimaller gerçekleşirse sigortacı, üçüncü kişiye ödeme yaptığı oranda kendi sigorta ettirenine rücu edebileceği durumudur. Burada halefiyet yönünden ortaya çıkan farklılığın altında yatan temel sebep kaskonun aktif, zorunlu mali sorumluluk sigortasının pasif nitelikli sigortalar olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle aktif zarar sigortaları mevcut olan aktifi koruma amacı güderken, pasif zarar sigortaları ortaya çıkma ihtimali olan pasifi güvence altına alır.

KTK. m. 95/2 ile Düzenlenen Sigortacının Sigorta Ettirene Rücu Hakkının Koşulları

Karayolları Trafik Kanunu m. 95’e göre;

Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden do­ğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran haller zarar görene karşı ileri sürülemez.

Ödemede bulunan sigortacı, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını veya azaltılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene başvurabilir.

Karayolları Trafik Kanunu yukarıda işaret etmiş olduğumuz düzenlemeyle çeşitli şartların gerçekleşmesi halinde sigortacının sigorta ettirene rücu etme imkanı öngörmektedir. Söz konusu kanun hükmüne göre; sigorta ettirenin prim borcunu öde­memiş olması, limitlerin artmasından sonra ek poliçe yaptırmaması ve sigorta süresi bittikten sonra poliçenin yenilenmemesi gibi durumlar, zarar gören üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyeceğinden, sigortacı, yeni limitler üzerinden veya sözleşme süresi bittikten sonra ödeme yapmış ise yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan kendi sigorta ettirenine karşı dönme hakkını kullanabilir. Borçlar hukukundan hatırlayacağımız üzere, alacaklıya tanınan seçimlik haklardan biri olan sözleşmeden dönme borçlunun temerrüde düşmesi halinde kullanılabilen bir haktır. Söz konusu hakkı kullanan kişi bu hakkı kullanarak borçludan menfii zararının giderilmesini talep edebilmektedir.

Sigortacının sigorta ettirene rücu edebilmesi konusunda KTK kapsamındaki düzenlemeler esas alınmış olsa da, taraflar arasında yapılmış olan sigora sözleşmesinin hükümleri göz ardı edilmemelidir. Bu hususta Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, T. 10.12.2003, E.2003/11-756, K.2003/743 sayılı kararını incelemekte fayda bulunmaktadır.

Karayolları Trafik Kanununun koyduğu kuralların her türlü ihlali, sürücünün, kasta yakın bir kusuru olduğunu göstermemektedir. Anılan Kanunun 84. maddesinde belirtilen asli kusur hallerinin hepsinin, aynı zamanda ağır kusur olarak nitelendirilmesini gerektiren bir yasal düzenleme de bulunmamaktadır. Kırmızı ışıkta geçmek bir dalgınlık sonucu olabileceği gibi, bir zamanlama hatasından da kaynaklanabilir. Dolayısıyla, sırf kırmızı ışıkta geçtiği için herhangi bir olayda asli kusurlu kabul edilmesi gereken bir sürücü, buna rağmen, o olayın kendi özel yapısı içerisinde ağır kusurlu kabul edilmeyebilir.

Asli kusur teminat dışıdır, tali kusur teminat kapsamındadır gibi bir ayrıma gidilmemiştir. Asli kusurun varlığı teminat kapsamında kalabileceği gibi, sonucun gerçekleşme şekli ağır kusuru gösteriyorsa, tali kusur halinde dahi teminat dışında kalma söz konusu olabilir. Taraflar arasında akdi ilişkiyi düzenleyen sigorta poliçesinin sigortacının işletenin rücu hakkını düzenleyen 4/a maddesi sorumlu olduğu kişilerin kasdi bir hareketi veya ağır kusuru sonucunda meydana gelmiş ise sigortacının zarar görene ödeme yaptıktan sonra kendi sigortalısına rücu edebileceğini hükme bağlamıştır.

Görüldüğü gibi bu maddede tam kusurdan değil, kasıt veya ağır kusurdan söz edilmektedir. Ağır kusur kavramı, bir özel hukuk kavramı olup, kasıt olmamakla beraber kasta yakın bir kusurun mevcudiyetini ifade eder. Dava konusu olayda ise davalı sürücünün kırmızı ışıkta geçmekle kusurlu olmakla birlikte ağır kusurlu olmadığının kabulü gerekir. Aksi halde sigorta yaptırmanın bir anlamı da kalmaz. Açıklanan durum karşısında olayda ağır kusur şartının gerçekleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın kabulü doğru görülmemiştir …. gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Somut olayda da; davalı sürücünün kusurlu olmakla birlikte ağır kusurlu olduğunu kabule yeterli bir olgunun varlığından söz edilemez. Açıklanan durum karşısında, olayda ağır kusur şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, T. 10.12.2003, E.2003/11-756, K.2003/743

Uygulamada rücu durumu genellikle aracın, uyuşturucu madde veya ilgili mevzuatta belirlenen seviyenin üzerinde alkollü içki almış kişilerce veya aynı mevzuatta alkollü içki alamayacağı belirtilen kişilerce alkollü içki alınmak suretiyle kullanılması sırasında meydana gelen zararlar açısından meydana gelmektedir. KTK. m. 48 ile uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayo­lunda araç sürmeleri yasaklanmıştır.

Genellikle sigorta rücu davalarında, sürücünün alkollü oluşu yeterli neden sayıl­mayıp, kazanın alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği araştırılmakta; başka bir deyişle alkollü araç sürme ile kazanın oluşu arasında nedensellik bağı aran­maktadır. Bu şekilde, oluşan kaza ile alkol veya keyif verici maddeler kullanımı arasında sebep-sonuç ilişkisi araştırılmak suretiyle bir hükme varılmaktadır. Şayet oluşan kaza, örnek olarak, alkol kullanımı olmasaydı oluşmayacaktı diyebileceğimiz durumda alkol kullanımı ile zararlı sonuç arasında nedensellik bağının oluştuğunun ve sonuç olarak sigortacının sigorta ettirenine rücu davası açabileceğinin kabulü ge­rekir (KAYIHAN, 2016).”

Uygulamada çokça görülen bir diğer rücu sebebi ise, yolcu taşımaya yetkili olan ya da yetkisi olmadan yolcu taşıyan araçlarda meydana gelen usulsüz yolcu ve yük taşımaları hususunda meydana gelmektedir. KTK. m. 65 hükmünde, taşıma sınırı üstünde yolcu ve yük alınması, ga­bari dışı ve dingil ağırlıklarını aşacak şekilde ve yol koşulları dikkate alınmadan yük­leme yapılması yasaklanmıştır.

Genel Şartlar B.4 maddesi (ç) bendinde de yetkili makamlarca tespit edilmiş olan istiap haddinden fazla yolcu veya yük taşınması rücu nedenleri arasında yer almış ise de Yargıtay kararlarına göre, sırf yükleme (istiap) sını­rının aşılmış olması, sigortacıya sigorta ettirenine rücu hakkı bahşetmez. Ayrıca, ka­zanın oluşu ile yükleme sınırının aşılması arasında sebep-sonuç ilişkisi = nedensellik bağı kurulabilmelidir. Bir diğer söyleyişle, kaza, yükleme sınırının aşılması sebebiyle meydana gelmiş olmalıdır ki sigortacı sigorta ettirenine rücu edebilsin (KAYIHAN, 2016).

Zorunlu mali sorumluluk sigortası açısından rücu olgusunun doğmasına sebep olan bir diğer önemli sebep ise sigorta ettirenin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları uyarınca kendisine yüklenmiş yükümlülüklere aykırı davranmasıdır.

Genel şartlardaki bu düzenlemeye göre sigortalı, rizikonun gerçekleşmesi halin­de aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:

  • Bu sözleşmeye göre, sorumluluğunu gerektirecek bir olayı, haberdar olduğu andan itibaren on gün içinde sigortacıya ihbar etmek, kendisine yöneltilen istemi ise, derhâl sigortacıya bildirmek,
  • Sigortalı değilmişçesine zararın önlenmesi, azaltılması, artmasına engel olun­ması veya sigortacının poliçeden doğan rücu haklarının korunabilmesi için, imkân­lar ölçüsünde önlemler almak ve bu amaçla sigortacı tarafından verilen talimatlara uymak,
  • Rizikonun gerçekleşmesinden sonra, sözleşme uyarınca veya sigortacının is­temi üzerine, rizikonun veya tazminatın kapsamının belirlenmesinde gerekli ve bek­lenebilecek olan her türlü bilgi ile belgeyi sigortacıya makul bir süre içinde sağlamak; ayrıca aldığı bilgi ve belgenin niteliğine göre, rizikonun gerçekleştiği veya diğer ilgili yerlerde sigortacının inceleme yapmasına izin vermekle ve kendisinden beklenen uy­gun önlemleri almak ile sigortacının talebi üzerine, olayın ve zararın nedeni ile hangi hal ve şartlar altında gerçekleştiğini ve sonuçlarını tespite, tazminat yükümlülüğü ve miktarı ile rücu hakkının kullanılmasına yararlı, elde edilmesi mümkün bilgi ve belgeleri gecikmeksizin vermek,
  • Zarardan dolayı dava yolu ile veya başka yollarla bir tazminat talebi karşısın­da kaldığı veya aleyhine cezai kovuşturmaya geçildiği hallerde, durumdan sigortacıyı derhal haberdar etmek ve tazminat talebine ve cezai kovuşturmaya ilişkin olarak al­mış olduğu ihbarname, davetiye ve benzeri tüm belgeleri derhal sigortacıya vermek,
  • Sigorta konusu ile ilgili başka sigorta sözleşmeleri varsa sigortacılardan her birine rizikonun gerçekleştiğini bildirmek,
  • Maddi hasarlı trafik kazalarında motorlu aracı tutanak düzenlemek üzere güvenli bir yere çekmek.

Sigorta ettirenin yukarıda belirtmiş olduğumuz yükümlülüklere aykırı hareket etmesi halinde sigortacının rücu hakkı doğacaktır.

Yollama yapılan hükümde belirtilen yükümlülüklerin ihlal edilmesi sebebiyle ödenecek tutar artarsa, zarar görenlere bu sebeple yapılan ödeme ihlaldeki kusuru nispetinde sigortalıdan rücuen tahsil edilir. Dolayısı ile bu ihtimalde de esasen se­bep – sonuç ilişkisi önemli rol oynar (KAYIHAN, 2016).

Üzerinde durmamız gereken son rücu sebebi ise; bedeni hasara neden olan trafik kazalarında sigortalının veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin, tedavi veya yardım amaçlı sağlık kuruluşuna gitme, can güvenliği nedeniyle uzaklaşma gibi zorunlu haller hariç olmak üzere, olay yerini terk etmesi veya kaza tutanağı, alkol raporu vb. kazanın oluş koşullarına ilişkin gereken belgelerin düzenlenmesi yükümlülüğüne aykırı davranması halinde ortaya çıkan sorumluluk halidir. Bu düzenleme esasen Türk Ticaret Kanunu m. 1448 temelli olsa da doktrindeki görüşler uyarınca, sigorta ettirene yük­lenen zararı önleme, azaltma ve sigortacının rücu haklarını koruma yükümlülüğüne ilişkin olduğu için rücu sebebi olarak kabul edilmelidir.

Sonuç Olarak

Halefiyet kavramı esasen bir Borçlar Hukuku kavramı olarak ortaya çıkmış bir kurumdur. Borçlar Kanunu uyarınca halefiyet olgusunun söz konusu olabilmesi için üçlü bir borç ilişkisinin varlığı aranmaktadır. Zira zarar veren ve zarar gören arasında doğan ilişkide ortadaki alacağa halef olacak bir üçüncü kişinin varlığı aranmaktadır.

Borçlar Kanunu dışında özel sigorta türlerindeki halefiyet ilişkisi ise Türk Ticaret Kanununun 1472. maddesinde düzenlenmiş olup, söz konusu kanun hükmüne göre; Sigortacı, sigorta tazminatını ödediğinde, hukuken sigortalının yerine geçer. Sigortalının, gerçekleşen zarardan dolayı sorumlulara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel kadar, sigortacıya intikal eder. Sorumlulara karşı bir dava veya takip başlatılmışsa, sigortacı, mahkemenin veya diğer tarafın onayı gerekmeksizin, halefiyet kuralı uyarınca, sigortalısına yaptığı ödemeyi ispat ederek, dava veya takibi kaldığı yerden devam ettirebilir.

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:

Bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir:

Ertuğrul Kahraman (2021) Zarar Sigortalarında Halefiyet, hukukcukafasi.com/zarar-sigortalarinda-halefiyet, (Erişim Tarihi)


ARSEVEN, H. (1987). Sigortanın Tarihçesi ve Geri Kalmışlığımızın Sebepleri. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 415-431.

BERBEROĞLU YENİPINAR, F. (2021). Sigortada Rücuen Tazminat Davaları. Seçkin Yayıncılık.

ERİŞ, G. (2020). Sigorta Hukuku. Seçkin Yayıncılık.

KAYIHAN, Ş. (2016). Zarar Sigortalarında Sigortacının Halefiyeti. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 1595 – 1624.

YILDIRIM, A. H. (2020). Sigorta Tazminatı ve Bedelin Muacceliyeti. Seçkin Yayıncılık.

The following two tabs change content below.

Ertuğrul Kahraman

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Ankara Barosu - Stajyer Avukat

Benzer yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir