Hukukçulara Film Önerileri

hukukçuların mutlaka izlemesi gereken filmler

Hukuk gerçek hayattan beslenir ve toplumsal sorunları çözüme kavuşturmak için vardır. Hukukun içinde yaşanılan toplumdan beslenmesi sebebi ile toplumun en iyi yansıtıldığı sanat dallarından biri olan sinema hukukçular için önemli bir kaynaktır. Hukuk ile alakalı filmler izlemek, hukuk öğrencilerine tavsiyeler yazımızda da belirttiğimiz gibi hukuk nosyonunun gelişmesi için elzem niteliktedir.

Belirtmek isteriz ki internet sitemizde zaman zaman her hukuk öğrencisinin izlemesi gereken film ve diziler ile okuması gereken kitaplar hakkında öneri köşesi niteliğinde samimi bir dil ile yazılmış listeler yayınlanacaktır. İncelemeler teknik konulardan ziyade, filmin, dizinin veya kitabın verdiği mesaj, yarattığı haz ve hukuki yönü üzerine olacaktır.

Listemizde izlenecek ve incelenecek  birçok film olmasına rağmen inceleyeceğimiz ilk film 1957 tarihli kült bir film: 12 Kızgın Adam.

12 Kızgın Adam – 1957

Filmle alakalı filmin tadını almanıza engel olmayacak -spoiler olmayan- bilgi verecek olur isek babasını kasten öldürdüğü iddiasıyla mahkeme önünde bulunan gecekondu mahallesinde yaşayan gencin suçu işleyip işlemediğine karar vermek adına bir araya gelen 12 jüri üyesinin bir odada geçen tartışmaları gibi basit bir açıklamada bulunabiliriz. Filmi izleyecek olanların da göreceği üzere jüri üyelerinin sık sık gecekondu mahallesinde yaşayan genç ifadesine başvurmasına dikkat çekmek isteriz.

Film mahkeme önündeki sanığın suçlu bulunup bulunmayacağı hakkındaki esas kararın yargıç tarafından jüriye bırakmasıyla başlıyor. Filmin başlangıcında 11 üyenin birden suçlu oyu kullandığı sanık hakkında 1 jüri üyesinin vermiş olduğu karşı oy sonucu tartışma alevlenmektedir. Şüpheden sanık yararlanır – in dubio pro reo ilkesi gereği, bir jürinin vermiş olduğu karşı oy sebebi ile sanık üzerinde istenen hüküm kurulamıyor. Sekiz numaralı jürinin belirtmiş olduğu fikirler, başlangıçta izleyicide şüphe oluşturmasa bile zaman geçtikçe sıraladığı gerekçeler sebebi ile acaba düşüncesi kafamıza yerleşiyor.

Film incelemesinin devamında filmi izlemeyenler için filmin tadını almaya engel bilgiler -spoiler- ile incelemeyle devam edilecektir.

Filmin benim için en haz verici yönü alegoriye fazlasıyla yer verilmiş olması idi. Bunlardan en göze çarpanı ise tartışmalar başladığında fazlasıyla bunaltıcı olan havanın, tartışmaların ortalarına doğru oy sayılarının eşitlenmesiyle yumuşaması, güzelleşmesiydi. Sadece Güney Amerikalı olduğu ve gecekonduda yaşadığı için bir jüri hariç tüm jürilerin suçlu gözle baktığı ve hukukun temel ilkelerinden masumiyet karinesini ayaklar altına alınarak hakkında hüküm verilen bu gencin vakit geçtikçe suçsuz olduğunun anlaşılması üzerine bunaltıcı olan havanın, yağmurlu ve ferah havaya değişim aracılığıyla izleyiciye yansıtılmıştır.

Filmin sonlarına doğru her bir jürinin fikrini değiştirmesi ve fakat üç numaralı jürinin oyunu değiştirmemesi de ilgimi çeken bir başka nokta oldu. Sanık sandalyesindeki şüphelinin suçlu olduğuna körü körüne bağlı kalmasını, filmin başında bahsettiği ve sonunda fotoğrafını da yırttığı oğlu ile yaşadığı problemlere bağlamak pek tabi mümkündür.

Bu durumda akıllarımıza şu sorular gelmektedir: Karar verici konumundaki jürilerin olayları kişiselleştirmesi adil yargıya zarar vermez mi? Bu jürilerin seçiminde veya atanmasında dair bir düzenleme bulunmamakta mıdır? Zira bir başkasının mahkumiyetine, hayatına ve belki de ölümüne karar veren bu kişiler neden böylesine alelade seçilmektedir?

Belirtmek gerekir ki 12 Kızgın Adam her hukuk fakültesi öğrencisinin izlemesi gereken filmlerdendir. Fakat dikkat etmek gerekir ki zamanım geçsin, boş vaktimi doldurayım düşüncesi ile izlenecek bir film değildir. Hukukçular filmi berrak bir zihinle tahlil ederek izlediği takdirde göreceklerdir ki ezberlenerek geçilen ve havada kalan önemli birkaç kavram yerine oturacaktır.

İncelememizin ikinci filmi ise 1996 yapımı: İlk Korku.

İlk Korku – 1996

Edward Norton, Richard Gere ve Laura Linney’in başrollerini paylaştığı bu filmde, tanınmış bir piskoposu öldürdüğü iddiası ile sanık sandalyesine oturtulan altar oğlanı Aaron ve onun savunma avukatlığını yapan Martin Vail’in mahkeme süreci bize sunulmaktadır.

Filmin başında Aaron’ın, öldürülen piskoposun bulunduğu konuttan kaçışının canlı yayınla verilmesi üzerine  bu durumu gören Martin, Aaron’ın savunma avukatlığını yapmaya karar verir. Canlı yayın görüntüleri, kanlı elbiseleri ve bulunan deliller nedeniyle Aaron’ın suçlu olduğu neredeyse kesindir. Bu yüzden herkes Martin’e bu davadan çekilmesini söyler fakat Martin geri adım atmaz ve sanığın avukatlığına devam eder. Ancak dava sürecinde ortaya çıkan farklı durumlar Martin’i izlediği yöntemi değiştirmeye sevk eder.

Film hakkında genel bir bilgi verdiğimize göre, film incelemesinin devamında filmi izlemeyenler için filmin tadını almaya engel bilgiler -spoiler- ile incelemeyle devam edilecek, filmde dikkat çeken kısımlara hakkında konuşulacaktır.

Amazing Hulk’un solo filmini bile sonuna kadar izleyebilen birisi olarak Edward Norton’un birçok filmini severek izlememe rağmen bu performans kendisine Altın Küre ödülünü kazandırdı. Oyuncu çift kişilikli olduğunu o kadar iyi yansıttı ki filmin son sahnesine kadar gerçek hayatta da çift kişilikli falan mı acaba?” diye düşündürttü. Son sahnede aslında tek bir kişi olduğu ve o kişinin de psikopat olduğunu öğrendiğimiz o an bana göre filmin en harika anıydı.

Bir başka değinmek istediğim nokta: Martin ve savcı Janet ilişkisi. Bu ikilinin sahneleri her ne kadar filmi ileriye almama sebep olacak kadar sıkılmama sebep olsa da barda karşılıklı konuştukları sahnenin replikleri o kadar iyiydi ki sahne bittikten sonra geriye alıp birkaç defa daha izlediğimi belirtmek isterim. Herkesi aynı ölçüde etkilemeyecektir ama Janet’ın en son kurduğu nasıl olur da gerçekleşen mahkemede bu kadar iyiyken gerçek hayatta bu kadar kötü olabilir? ifadesi beni oldukça etkiledi.

Özellikle avukatlık mesleğini icra etmek isteyen arkadaşlara bu filmi özellikle öneririm.

İnceleyecek olduğumuz üçüncü film ise 1961 yapım bir film: Nuremberg Mahkemesi.

Nuremberg Mahkemesi – 1961

12 Kızgın Adam gibi kült ve siyah beyaz olan bu filmde, Nazi Almanyası’nın yıkılmasından sonra oluşan kaotik ortamı görmekteyiz.

2. Dünya Savaşı sonrası parçalanan Almanya’da Nuremberg bölgesi çevresine Amerika yerleşmiştir. Bu bölgede geniş yetkilere sahip olan Amerika’nın en önemli ayrıcalığı ise yargı yetkisidir. Filmimizin esas konusu ise Nazi Almanyasına hakim veya savcı olarak hizmet etmiş, aralarında Almanya’nın en önemli hukukçularından biri olan Ernst Janning’in de bulunduğu dört ismin yargılanmasıdır.

Bir hukuk öğrencisi gözü ile rahatlıkla söyleyebilirim ki filmde yargının üçlü sac ayağı olan iddia, savunma ve hüküm makamları oldukça iyi yansıtılmıştır. Özellikle film, Hakim Haywood yılların getirmiş olduğu birikimi ve sakinliğini o kadar iyi gösteriyor ki keşke yeryüzündeki tüm hakimler böyle olsa diye içinizden geçireceksinizdir.

İzlemeyenler için filmin tadını kaçıran bilgiler içeren inceleme kısmına geçmeden önce belirtmek isterim ki film 3 saat sürmektedir. Ben bu uzun filmi dizi gibi izleyerek üç günde bitirdiğimi sizinle paylaşmak isterim. Bu durum filmin sıkıcı olması vb. nedenlerle değildi kesinlikle, filmi anlamak ve idrak etmek için notlar alarak izledim. Bu film aracılığı ile üzerine düşündüğüm birçok sorun oldu bu sebepledir ki izlemem ve incelemem üç dört günümü aldı. İzlemeyenler için filmin tadını kaçıran bilgiler eşliğinde yapacağımız incelemede üzerine düşündüğüm konulardan bahsedeceğim. 

İzleyecek olanlara da filmi sindirerek ve not alarak izlemelerini tavsiye ederim.

Film incelemesinin devamında filmi izlemeyenler için filmin tadını almaya engel bilgiler -spoiler- ile incelemeyle devam edilecektir.

Fiili olarak sona ermiş de olsa, mevcut bir hukuk sistemi bulunan ve kısıtlı da olsa egemenlik hakkı olan bir ülkenin vatandaşlarını, başka bir devletin yargıcının yargılaması ne kadar doğrudur? Bu vatandaşların ülkesinin yasalarını koyan değil, uygulayan hakim ve savcılar olduğunu göz önünde bulundurduğumuz takdirde, sırf mevcut kuralları uyguladığı için bu insanlar yargılanmalı mıdır? Bu ve bunun gibi birçok soru karşımıza çıkmaktadır.

Aklıma takılan bir diğer konu ise savcılık görevini üstlenen Albay Lawson’ın savcılık makamını astına deverederek tanık koltuğunda konuşma yaparak kısa film izlettirmesi daha sonra ise savcılık koltuğuna dönmesi, bana oldukça garip gelen bir durumdu.

Filmin en beğendiğim sahnesi ise Ernst Janning’in savunmasını yapan avukatın sözünü keserek sanık olarak dinlenmesini istemesi ve ardından yapmış olduğu konuşmasydı. Adalete ve hukuk idesine bu kadar bağlı birinin yaptığı konuşma beni derinden etkiledi. Hakkında verilen mahkumiyet hükmü ve müebbet hapis cezasının da beni üzdüğünü ifade etmek isterim.

Filmin başından beri, sanıkların en ağır cezayı alması için elinden geleni yapan savcı Lawson’ın Amerikan Ulusal politikasının değişmesiyle bir anda mütalaasını muğlak hale getirmesi beni şaşırtsa da hakimin politikadan bağımsız olarak kurmuş olduğu hüküm sonucu kısmen de olsa adalet yerini bulmuştur.

Dikkatimi çeken tartışamaya açık birçok nokta bulunsa da öneri yazısının fazla detay bulundurmaması ve sitemizde yayınlanacak yeni yazılara konu oluşturması sebebi ile öneri yazımızda değinmek istemiyorum.

Bünyesinde hukukun en temel tartışması olan doğal hukuk-normcu pozitivizm tartışmasını barındıran bu filmi tüm hukukçulara öneriyorum.

Başrollerinde Kevin Spacey ve Kate Winslet’ın yer aldığı 2003 yılında vizyona girmiş hukukçulara film tavsiyelerinin dördüncü filmi: Ölümle Yaşam Arasında.

Ölümle Yaşam Arasında – 2003

Öneri filmimizde, idam karşıtı DeathWatch isimli grupta bulunan Profesör David Gale, aynı gruptan bir başkasına tecavüz edip öldürdüğü için hüküm giymiş ve idam cezasına çarptırılmıştır. Cezasının infazına 4 gün kala ise röportaj vereceğini fakat bu röportajın sadece Bitsey Bloom adlı gazeteciyle olacağını belirtmesi üzerine gazeteci ve stajyeri röportaj üzerine hapishaneye giderler ve tüm gerçekler adım adım gün yüzüne çıkar.

Film, esasında hala tartışma konusu olan idam ve idam cezasının gerekliliği hakkında oldukça çarpıcı sorunları göz önüne sermektedir. Ülkemizde, 2004 yılında hukuken kaldırılan idam cezası ile ilgili hala tartışmalar yaşanmaktadır. Yaşam hakkından kimseyi mahrum bırakamayacağımızı savunan bir kesim karşısında belirli suçlar açısından idam cezasının gerekli olduğunu savunan kesim yer almaktadır.

Film ile ilgili incelemeye geçecek olur isek, bu yazıda önerdiğimiz beş film içersinde sonu itibariyle beni en derinden sarsan film Ölümle Yaşam Arasında oldu. Film gerek ele aldığı konu, gerek ele alış biçimi açısından harika bir sinemacılık örneği idi. Filmde biz hukukçulara, elimizdeki adalet terazisini ince bir ip üzerinde tutmanın ne kadar zor olduğu çok iyi bir şekilde gösterilmiştir. Zira yapılacak en küçük bir hata ve verilecek yanlış bir kararın insanın hayatı üzerinde ne kadar etkili sonuçlar doğuracağını bu filmde görüyoruz.

Film incelemesinin devamında filmi izlemeyenler için filmin tadını almaya engel bilgiler -spoiler- ile incelemeyle devam edilecektir.

Filmle ilgili beni en çok etkileyen noktalara gelirsek bir insanın davası uğruna ne kadar ileri gidebileceğini bu filmde gördüm.

Filmin sonunda gazeteciye gönderilen kasetin sonunda yüzük takılı eli gördüğüm an laptopu kapattım tepeden. Kendime bir 15 saniye süre verdim ve tekrar kaldığım yerden izledim. Ne David’in idam edilişi sonrasında bu kadar yıkıldım, ne de cinayet görüntüsü olarak gönderilen kasetteki görüntüleri izlerken. O son sahne beni oldukça sarstı, hayat enerjimi sömürdü.

Her şeyden önce Kevin Spacey ne kadar büyük bir aktör olduğunu tekrar ve tekrar kanıtlamış oldu bu filmle.

Bünyesinde hem gizemi hem insan haklarını hem de dramı aynı anda barındıran bu film, yukarıda da bahsettiğim üzere bu listedekiler arasında en beğendiğim oldu. Siz hukukçulara şiddetle tavsiye ediyorum.

Hukukçulara film önerileri listemizin son filmi: Keanu Reeves ve Al Pacino’nun başrollerini paylaştığı Şeytanın Avukatı.

Şeytanın Avukatı – 1997

Film, genç ve daha dava kaybetmemiş bir avukat olan Kevin Lomax’in, imkansız gibi görülen bir davayı kazanması üzerine John Milton’ın sahibi olduğu New York merkezli, oldukça ünlü bir hukuk bürosundan iş teklifi almasıyla başlıyor. Gelen cazip teklifi kabul eden Kevin ve eşi Florida’dan New York’a taşınıyor ve hayatı baştan ayağa değişiyor.

Belirtmek isteriz ki filmde birçok müstehcen sahne bulunmaktadır, bu hususa dikkat eden kişilerin izlememesi tavsiye edilir.

Şeytanın Avukatı filmi, avukatlığın görkemli yüzünün arkasında ne gibi vicdani muhasebeler ve entrikaların döndüğünü oldukça iyi gösteriyor. Hırsın dozundan fazla olmasının ne gibi sorunlara yol açacağı, gerçeği gizlemenin ne tür adaletsizlikler doğuracağını bize çok iyi yansıtıyor.

Filmin son 20 dakikasındaki tiradın -spoilersız olduğu için isim vermiyorum- oturtulmuş olduğu felsefi zemin ise adeta insana kendini ve okumuş olduğumuz bölümü sorgulatıyor.

Film incelemesinin devamında filmi izlemeyenler için filmin tadını almaya engel bilgiler -spoiler- ile incelemeyle devam edilecektir.

Öncelikle buradan bütün erkeklere seslenmek istiyorum. Eğer hanımınız bir şeyden şüphelendiyse veya rahatsız olduysa ONU DİNLEYİN. Film boyunca adamın eşini dinlememesinin sıkıntılarını çekiyoruz seyirci olarak. Filmde kadının endişelendiği her şey adamın başına geliyor.

Film genelinden bahsetmek gerekir ise hikayenin ilerleyişi tahmin edilebilir durumda. Ben Al Pacino’nun karakterini görür görmez ”bu kesin Kevin’in babasıdır.” demiştim mesela. Kişiden kişiye değişmekle beraber filmi benim ilerleyiş açısından yavan bulduğumu söylemek isterim. Ancak son sahnedeki geriye dönüşler oldukça beklenmedikti. Hele ki tuvaletteki gazetecinin şeytan çıkması beni oldukça şaşırttı.

Bir parantez de Al Pacino için açmak isterim. Sen kimsin ki Al Pacino’ya parantez açacaksın demeden önce bir bekleyin, zira yukarıda da bahsetmiş olduğum üzere Al Pacino son 20 dakikadaki tiradı ile resmen oyunculuk dersi veriyor. Çünkü hukuk evlat, bizi her işe sokuyor repliği ise kısa ve net bir şekilde filmin zeminine oturtulduğu felsefesiyi bize veriyor.

Filmle birlikte, filmin sonunda çalan müziğin sahibi Rolling Stones grubuna da bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Pandemi ve eve tıkılı kalma sürecini en iyi şekilde değerlendirmemiz adına sizlerle paylaştığımız hukukçular için film önerileri listemizin sonuna geldik.

Herkese daha az sıkıcı karantinalar dilerim!

The following two tabs change content below.

Mehmet Cem Selimoğlu

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4.sınıf öğrencisi. Akhisarlı ve Akhisarsporlu.

Benzer yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir