Toplumsal Tepkinin Tutuklama Kararına Etkisi

sosyal medyanın ceza yargılamasına ve tutuklama kararına etkisi

Günümüz dünyasında kitle iletişim araçlarının da etkisiyle insan kitlelerinin bilgiye, haberlere ve en önemlisi birbirlerine ulaşması çok kolay hale gelmiştir. İnsanlar arasındaki iletişimin bu denli kolay ve hızlı olmasının belki de en önemli sonucu en temelde birey olarak hareket eden insanların bu sayede bir araya gelerek çevrelerinde meydana gelen olaylara karşı bir kitle halinde tepki göstermeye başlamalarıdır. Geçmişe baktığımız zaman da insanların bir kitle olarak hareket ettiği birçok vaka yaşandığını görüyoruz ancak günümüzde internet teknolojisinin hayatımıza getirdiği sosyal medya aracılığıyla insanlar fiziki anlamda bir araya gelmeden çok güçlü bir kamuoyu oluşturabilmektedirler.

Sosyal Medyanın Ceza Yargılamasına Etkisi

Ülkemizde son dönemde toplumsal tepkinin gösterilmesinde Twitter adlı sosyal paylaşım sitesinin bir araç haline geldiğini görmekteyiz. Kitleler, herhangi bir konu hakkında beğenmedikleri bir kararla karşılaştıkları zaman çok hızlı bir şekilde bir araya gelerek bu konu hakkındaki tepkilerini dile getirebilmektedir. Son dönemlerde ise bunun en somut örneklerinin ceza muhakemesi alanında yaşandığını görmekteyiz.

Ceza muhakemesi, taraflar arasındaki hukuki bir anlaşmazlığı çözmeye yönelik olarak ihtilafın özünü, ana problemi ortaya net ve doğru bir şekilde koyarak, uygulanacak objektif hukuk kurallarını tespit etmek suretiyle, somut olaydaki unsurların hukuk normlarına uyup uymadığının saptanması faaliyetidir (TUNÇ, 2020). Çok hassas bir yargılama süreci olan ceza yargılamasında verilen kararlara bu konu hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan insanlar çok aşırı  tepkiler gösterebilmektedirler ve ne yazık ki mahkemelerin ekseriyeti gösterilen bu tepkilerden etkilenerek verilmemesi gereken, insan hayatını çok ciddi bir biçimde etkileyen kararlar vermektedir.

Sosyal medyada en çok tepki gören yargı kararlarının başında tutuksuz yargılanma gelmektedir. Öyle ki yargılaması halihazırda devam eden ve henüz suçlu olduğu kesinleşmemiş biri sanki masumiyet karinesi yokmuşçasına sosyal medya kullanıcıları tarafından suçlu muamelesi görmektedir. Masumiyet karinesi ilkesi, beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilerin devlet, toplum veya diğer başka otoriteler tarafından suçlu muamelesi görmemesi gerektiğini ifade eden bir ceza muhakemesi ilkesidir. Bu yönüyle masumiyet karinesi adil yargılanma ilkesinin gerçekleşebilmesi için de çok önemli bir yere sahiptir. Günümüzde ülkemiz açısından bu ilkenin yeteri kadar uygulanamadığı, kişiler hakkında devam eden veya geçmişte muhatap olduğu ceza yargılaması sonrasında gerek sosyal medyada ve gerekse yazılı veya görsel medyada suçlu olarak algılanmalarına neden olunduğu görülmektedir (ÇALIŞKAN, 2020). Bu durumun önüne kalıcı bir biçimde geçilebilmesi için toplumsal bilincin geliştirilmesi gerekmektedir.

Adil yargılanma hakkının gerek şartlarından biri olan masumiyet karinesinin kişiye sağladığı bazı güvenceler vardır. Bunlar; “Birincisi, yargılama sürecinde kişiler hakkında suçlu olduğu yönünde açıklamalarda bulunulması veya böyle bir algının yaratılması hali ile ilgilidir. Nitekim ülkemiz açısından bu sorunla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Özelikle sosyal medya ve kitle iletişim araçları ile yapılan haberlerde, yargılaması devam eden kişilerin suçluluğu ile ilgili konuşma, yazı veya sözler dile getirilmek suretiyle, bu olumsuz durumun yaratılması sıklıkla karşılaşılan bir sorundur” (ÇALIŞKAN, 2020).

“İkinci unsur olarak masumiyet karinesinin sağladığı güvence, mahkûmiyet dışında hüküm kurulması halinde kişinin toplum ve devlet organları ile kamu makamları tarafından suçlu olarak algılanmaması hususu ile ilgilidir. Bu yöneyle masumiyet karinesi, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulması halinde, sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınılmasını güvenceye bağlamaktadır” (ÇALIŞKAN, 2020).

Ceza yargılamasının en temel ilkelerinden biri ultima ratio ilkesidir. Bu ilke ceza yargılamasının son çare olduğunu ifade etmektedir. Yani devletin cezalandırma iktidarının sınırlandırılması gerekliliğine işaret eder. Bu ilke kişi özgürlüklerini güvence altına alma amacı gütmektedir. Toplumsal yaşamın temel hak ve özgürlükler seviyesinde korunmasını amaç edinen bu ilke toplumsal barışın sağlanması adına son derece önemlidir.

Bir konu hakkında ceza yargılaması yapılması son çare olarak görülmelidir. Ceza yargılaması içinde de benzer bir durum özgürlüğü kısıtlayıcı cezalar ve tedbirler açısından geçerlidir. Kanun koyucu insanların özgürlüklerinden keyfi olarak mahrum bırakılmamaları için özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler alınmasını çok sıkı şartlar altına almıştır. Ancak son dönemlerde çok sık rastlamakta olduğumuz sosyal medya tepkisi sonucu verilen tutuklama kararları, hem ceza hukukunun hürriyeti bağlayıcı tedbirler koymanın son çare olması ilkesine hem de adil yargılanma hakkına aykırıdır.

Ceza muhakemesi süreci sonunda insan hayatını çok ciddi bir şekilde etkileyecek kararlar çıkmaktadır. Bu nedenle bu kadar hassas bir konuda karar verebilmek için ciddi bir bilgi birikimi gerekmektedir. Dolayısıyla ceza muhakemesi süreci hakkında bir kanaate ulaşmak için yetkin bir hukukçu olmak gerekir. Temennimiz odur ki,  insan hayatını etkileyecek olaylar hakkında, bilinçsiz bir biçimde ve sadece bazı tuşlara basmak suretiyle, etkili olmaya çalışma alışkanlığımızı bir an önce terk ederiz.

Sosyal Medyanın Hâkimler Üzerindeki Etkisi

Hâkimlerin yargı süreci boyunca incelediği deliller, verilen ara kararlar ve nihai kararda tarafsız olup olmadığını takip etmek öncelikle kendisinin sorumluluğudur. Bu tarafsızlık hususunu sosyal medya bakımından incelemek gerektiğinde öncelikle değinilmesi gereken konu ise yargıcın sosyal medya kullanıcısı konumunda olup olamayacağıdır (TUNÇ, 2020).  Belirtmek gerekir ki bir yargıç dünyadan kopuk bir hayat sürdüremez. Hatta bir yargıcın toplumdan kopuk bir hayat sürmesi vereceği kararların sıhhati açısından çok uygun düşmeyecektir. Ancak yer aldığı sosyal paylaşım sitelerinin etkisinde kalarak yargıç bağımsızlığını zedeler nitelikte kararlar vermekten de kaçınması gerekmektedir. Hâkimin bağımsız olması, görevini yaparken kendisinin veya bir tarafın çıkarını gözetmemesini, duygularına kapılmamasını, kişisel görüşlerinin, önyargılarının ve vereceği karar sonucunda gelecek tepkilerin etkisi altında kalmamasını ifade etmektedir. Bu dengeyi kurabilmek adil bir hukuk sisteminin varlığı açısından çok ciddi bir gerekliliktir.

Sosyal medya veya benzeri platformlar aracılığıyla gerçekleştirilen toplumsal tepkilerden etkilenen hâkimler tarafından maddi vakayla uzaktan yakından alakası olmayan tamamen varsayımlara dayanan mahkûmiyet kararları verilmektedir. Verilen bu kararlar olasılık mahkûmiyeti olarak adlandırılmaktadır. Son dönemde Anayasa Mahkemesine yapılan birçok bireysel başvurunun altında da olasılık mahkûmiyeti sorunu yatmaktadır. Olasılık mahkûmiyeti kavramı; bir yargılamada, ceza muhakemesi hukukunda belirtilen ispat kurallarına tam olarak riayet etmeden, standart ispat kurallarını esneterek, sanık lehine olan delileri değerlendirmeden, yapmıştır bu, kesin bu suçu işlemiştir denilerek bir kişinin mahkûm edilmesi, cezalandırılması anlamında kullanılmaktadır (ÇALIŞKAN, 2020). Bu durum kimi zaman sanığın geçmişte işlemiş olduğu suçlardan kimi zaman da o an için kendine isnat edilen fiilin toplumun vicdanını ciddi bir biçimde yaralanmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ceza yargılamasında sanığın sahip olduğu, evrensel bir hukuk ilkesi olan masumiyet karinesinin, olasılık mahkûmiyetleri üzerindeki etkisi izaha muhtaç gözükmektedir (ÇALIŞKAN, 2020).

Hâkimin görüşleri, davanın ilerleyişi ya da sonuçlanması sosyal medya kapsamında meydana gelen kamuoyunun etkisi olmamalı, somut olay adalet terazisinde yerini bulmalıdır (TUNÇ, 2020). Hâkim her ne olursa olsun öncelikle kanunları en doğru şekilde somut olaya uygulamalı ve vicdani kanaatine göre karar vermelidir.

Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama

Ceza muhakemesinde en önemli koruma tedbirlerinden olan tutuklama, bir yargıç kararıyla Anayasada ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesiyle bir kişinin (sanık veya şüphelinin) henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kaldırılmasıdır (KOPARAN, 2006).

Ceza muhakemesi sırasında delillerin muhafazasını, sanığın kaçmasının önlenmesi ve böylece muhakeme sonunda verilebilecek hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilebilmesini sağlamaya yönelik geçici nitelikte bir araçtır (KOPARAN, 2006). Yargılamanın hangi aşamasında olursa olsun tutuklama kararı bir hâkim tarafından verilmelidir. Ancak hâkim tarafından verilecek bu karar, her şeyden önce sanığa isnat edilen fiil ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen tutukluluk şartları da göz önünde bulundurularak, ölçülülük ilkesine uygun olarak verilmelidir. Önemle belirtmek gerekir ki sanığa isnat edilen fiil, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen şartları taşıyor olsa bile, ölçülülük ilkesine aykırıysa sanık hakkında tutuklama kararı verilemez. Öyle ki, daha hafif bir tedbirin alınmasıyla ulaşılmak istenen amaca ulaşılması mümkünse tutuklama kararı verilemez.

Ülkemizdeki tutuklama uygulaması, tutuklamanın hukuki niteliğinin tamamen göz ardı edilmesi, tutuklamaya ön ceza veya yargısız ceza işlevinin tanınması şeklinde olmaktadır (CENTEL, 2013).  Bu tanımlama sebebiyle tutuklama kurumu suistimale açık hale gelmiştir. Kimi zaman sosyal medya platformlarında ortaya atılan bir iddia sonucunda meydana gelen tepki dolayısıyla tutuklama şartları olmamasına rağmen tutuklama kararı verilmektedir. Bu durum her şeyden önce toplumun adalete olan güvenini sarsmaktadır. Öyle ki, insanların gösterdiği bu tepki sonucunda verilen tutuklama kararları insanlarda, adaleti biz tesis ediyoruz algısının oluşmasına sebebiyet vermektedir. 

Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesi adına yargılama sürecindeki hakimlerin dış etkilerden uzak olarak, kanun hükümlerini esas alarak ve kendi vicdani kanaatleri uyarınca karar vermeleri çok ciddi bir gerekliliktir.

Tutuklama Sebepleri

Kuvvetli Suç Şüphesinin Varlığı: Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddenin 1. fıkrasına göre, “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.” Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular, şüpheli veya sanığın suç işlediğini gösterir yüksek derecede kuşku ve büyük olasılığının bulunması durumudur (KOPARAN, 2006).

Ancak bu durumun var olması tutuklama kararının alınabilmesi için tek başına yeterli değildir ayrıca kanunda sayılan tutuklama sebeplerinden birinin de varlığı gereklidir. Öte yandan tutuklama kararı verilebilmesi için bulunması gereken şüphe sebepleri, Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmesi için yeterli olan şüphe nedenlerinin ötesinde bir yoğunlukta olmalıdır (KATOĞLU, 2011).

Ayrıca Anayasa madde 19/f. 3’te “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir” denmektedir. 

Tutuklama Sebebi Varsayılan Haller (CMK 100 (2)-a, b):

Şu hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir; “şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa”, “şüpheli veya sanığın davranışları; delilleri yok etme, gizleme, değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa”. Ayrıca aynı maddenin 3. fıkrasında sayılmış olan katalog suçlardan birinin varlığı halinde de tutuklama nedenin var olduğu kabul edilir. Söz konusu düzenleme, bu suçlar bakımından yürütülen muhakeme faaliyetinde kategorik olarak tutuklamaya karar verilmesi sonucunu doğurabilmektedir (KATOĞLU, 2011).

Tutuklama Kararı Verilemeyen Haller

Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddenin 4. fıkrasına göre, “Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” Buna göre, tutuklama talebini değerlendiren hâkim şüpheli veya sanığa yüklenen suç dikkatlice belirlemek ve yasada öngörülen cezanın nevi ve miktarını da dikkate almak zorundadır. Şayet hapis cezasının üst sınırı bir yıl ve daha altında ya da sadece adli para cezasını gerektirdiği anlaşılıyorsa tutuklama nedenlerinin varlığını araştırarak zaman kaybedilmemelidir (KOPARAN, 2006).

Tutuklama Kararı

Ceza Muhakemesi Kanunu 101. maddenin 1. fıkrasına göre, “Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.”

Tutuklama Kararı Üzerine Yapılacak İşlemler

Sanık veya Şüphelinin Sorguya Çekilmesi: CMK’da kaçaklar hakkında istisna dışında gıyabi tutuklama kurumuna yer verilmemiştir. Dolayısıyla tutuklama kararından önce şüphelinin mutlaka sorguya çekilmesi gerekir. Sanık veya şüphelinin yokluğunda tutuklama kararı verilmesi mümkün değildir. Bunun istisnası, hakkındaki kovuşturmanın sonuçsuz kalması amacıyla yurt içinde saklanan veya yurt dışında bulunanların durumudur. Bu kişiler CMK’nın 247/1 maddesinde kaçak olarak tanımlanmaktadır. Kaçak durumunda olanlar bakımından, CMK’nın 248/5 m. uyarınca yokluklarında tutuklama kararı verilmesi mümkündür. Bu hüküm özellikle iadeyi sağlama amaçlı bir düzenlemedir.

Sanık veya Şüphelinin Müdafi Yardımından Faydalandırılması: Tutuklanması istenen sanık veya şüpheli kendisinin seçeceği veya resen görevlendirilecek müdafiin yardımından yararlandırılacaktır. Bundan dolayı müdafiinin bulunmadığı bir sorgu sonucunda tutuklama kararı vermek mümkün değildir. Usulüne uygun olarak yapılan sorgu sonucunda tutuklama kararı verilirse bu karar, mutlaka sanığa bildirilmelidir.

Tutukluluk Süresi

Ceza Muhakemesi Kanunu 101. maddeye göre, “Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.

Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı (Ek ibare: 7078 S.K m.136 – 1.2.2018) “, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez.”

Tutuklamaya İlişkin Kararlara İtiraz

Tutuklamaya karşı kanun yoluna başvurulabilmesi anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır (Anayasa m. 19/8). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de özgürlüğü kısıtlanan kişinin bu durumunun kanuna uygun olup olmadığı hakkında kısa bir sürede karar verilmesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde tahliyesinin emredilmesi için bir mahkemeye itiraz etme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir (İHAS m. 5/4).

Tutuklamaya, tutukluluğun devamına, savcının tutuklama talebinin reddine, tutukluluğun kaldırılmasına veya tutuklama yerine adli kontrol uygulanmasına ilişkin kararlara karşı gidilebilecek kanun yolu itirazdır (CMK m. 105, 104/2). İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin görüşü, itiraz üzerine yapılan incelemede tutuklu veya yasal temsilcisinin bulunabilmesi, savcının görüşlerinden haberdar olabilmesi yönündedir (CENTEL, 2013).

Tutukluluğun Denetlenmesi

Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde en geç otuzar günlük sürelerle Cumhuriyet savcısının veya şüphelinin istemi üzerine tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği sulh ceza hâkimi tarafından incelenmelidir. 

(CMK m.108/1, 2)

Cumhuriyet savcısının, en geç otuzar günlük aralarla tutukluluğun şartlarının sulh ceza hâkimi tarafından gözden geçirilmesini istemesi gerekir. Bu halde sulh ceza hâkimi, ya tutukluluğun devamına ya da tutukluluğa son verilmesine karar verecektir. Tutukluluğun devamına ilişkin her karar, yeni bir tutuklama kararı niteliğindedir (CENTEL, 2013). Yetkili merci, adli kontrol altına alınarak ya da alınmadan, serbest bırakılma talepleri üzerine tutukluluğun şartlarının varlığını sürdürüp sürdürmediğini inceler. Karar, üç gün içinde verilir. Kovuşturma evresinde, tutukluluk halinin devam edip etmeyeceğini, mahkeme tarafından incelenir. Bu inceleme her oturumda yapılabileceği gibi; koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında veya otuzar günlük süreler içinde resen yapılabilir. Mahkeme tutuklamanın gereksiz olduğuna karar verirse, resen sanığı serbest bırakabilir (CMK m. 108/3). Dosya, Yargıtay’da ise ilgili daire veya Ceza Genel Kurulu, sanığın serbest bırakılmasına resen karar verebilir (CMK m. 104/3).

Tutuklamanın infazına ilişkin kurallar ise 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.111-116’da gösterilmiştir.

Değerlendirme

Ülkemizde mahkemeler tarafından verilen kararlar tarih boyunca bilinçli veya bilinçsiz birçok tartışmaya konu olmuştur. Ancak günümüzde bu durum kitlelerin çeşitli sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla ceza muhakemesi sürecine müdahale ettiği bir hal almıştır. Yapılan bu müdahalede tepki gösteren kişilerin hepsinin iyi niyetli olduğu durumlarda bile söz konusu müdahale sürecin işleyişi açısından hiç de sağlıklı sonuçlar doğurmayacaktır.

Ceza yargılamasına konu olan olay toplumun vicdanını ne kadar derinden yaralarsa yaralasın, suçluluğu mahkeme hükmüyle kanıtlanmayan birinin masumiyet karinesine sahip olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca tutuklama kararının bir ön ceza niteliği taşımadığını da anlamak gerekmektedir. Tutuklama Ceza Muhakemesi Kanununda ön görülen koruma tedbirleri arasında en ağırı olduğu için en son çare olarak öngörülmüştür. Dolayısıyla şartları oluşuğunda bile hakim verilecek tutuklama kararını ölçülü olmadığına karar verdiği takdirde tutuklama yerine adli kontrol yoluna başvurabilmektedir.

Temennimiz odur ki, mahkemelerimiz dış etkilerden uzak tarafsız ve bağımsız kararlar alma yolunda hızlı bir şekilde ilerler.

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:

Bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir: Ertuğrul Kahraman (2020). Toplumsal Tepkinin Ceza Yargılamasına Etkisi, hukukcukafasi.com/toplumsal-tepkinin-ceza-yargilamasina-etkisi, (Erişim Tarihi: … ).


CENTEL, N. (2013). Tutuklama Uygulamasında Sorunlar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 193-206.

ÇALIŞKAN, S. (2020). Masumiyet Karinesi. hukukihaber.net: https://www.hukukihaber.net/masumiyet-karinesi-makale,7447.html adresinden alınmıştır

KARAARSLAN, V. (2018). Hakimin Tarfasızlığı İlkesi ile Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi Arasındaki İlişki. S.D.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, 129-171.

KATOĞLU, T. (2011). Tutuklama Tedbirine İlişkin Sorunlar. Ankara Barosu Dergisi, 19-33.

KOPARAN, M. R. (2006). Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama. TBB Dergisi, 154-172.

TUNÇ, B. (2020). Ceza Muhakemesinde Sosyal Medyanın Etkisi. hukukçukafası.com: https://www.hukukcukafasi.com/ceza-muhakemesinde-sosyal-medyanin-etkisi/ adresinden alınmıştır

The following two tabs change content below.

Ertuğrul Kahraman

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Ankara Barosu - Stajyer Avukat

Benzer yazılar

5 Yorum

  1. 30 Eylül 2020

    […] Toplumsal Tepkinin Tutuklama Kararına Etkisi […]

  2. 17 Ekim 2020

    […] Toplumsal Tepkinin Tutuklama Kararına Etkisi […]

  3. 2 Kasım 2020

    […] Toplumsal Tepkinin Tutuklama Kararına Etkisi […]

  4. 9 Kasım 2020

    […] Toplumsal Tepkinin Tutuklama Kararına Etkisi […]

  5. 12 Aralık 2020

    […] Toplumsal Tepkinin Tutuklama Kararına Etkisi […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir