Zulüm İle İhsan Arasındaki Çizgi: Adalet

İlk insandan günümüze kadar her devirde insanoğlu, toplu bir şekilde yaşamıştır. Bu durum hem insanın başkalarına ihtiyacı olduğunu açıkça ortaya koymakla birlikte onun, toplumsal bir varlık olmasının tezahürüdür. Toplumsal bir varlık olarak insanın birlikte yaşaması ise her zaman o kadar kolay olmamıştır çünkü insan, beşerdir. Beşer olan, şaşardır. Bu yüzden tarih boyunca insanlar arasında savaşlar, kaoslar, eylemler vb. meseleler meydana gelmiştir. Ne var ki evrendeki en akıllı canlı formu olan insan, tek başına yetemediği için, sevse de sevmese de diğer insanlarla etkileşim halinde kalarak hayatını devam ettirmek zorunda kalmıştır. İşte bu birlikte yaşam ise zaman zaman din kuralları ile, zaman zaman ise insanlar tarafından meydana getirilen hukuk kuralları ile sağlanmaya çalışılmıştır. Din kurallarının ve hukuk kurallarının insanlar arasında meydana getirdiği ortak paydalardan biri ise adalettir. Din kuralları ile insanlara her konuda adaletli ve iyi olması emredilirken, hukuk kuralları ile herkese eşit muamelede bulunulmaya gayret edilmiştir.
Adalet Kavramı
Adalet, Türk Dil Kurumu (TDK) güncel Türkçe sözlüğünde yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe şeklinde tanımlanmıştır. Ancak adalet istemek için, her kuralın illa ki yazılı bir yasa halinde olması gerekmez. Nitekim TDK’nin aynı sözlüğünde adalet kavramının ikinci anlamı şu şekildedir: Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme.
Tabii ki yukarıdaki anlamlar kısıtlı bir anlam muhtevasına sahiptir. Adalet öylesine derin bir kavram ve değerdir ki anlamlandırılması o kadar kolay olmamaktadır. Bu sebeple karşımıza birçok adalet tanımı çıkmaktadır. Adalet kavramı için düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik tanımları da yapılmıştır.
Adalet Kavramının Farklı Açılardan Tahlili
Devletin Manevi Unsuru Olarak Adalet
Bir devleti meydana getiren unsurlar toprak, millet ve egemenliktir. Ancak devletin varlığını birtakım maddi kuvvet ve kolonlar üzerine inşa etmek ve bu zahiri kuvvet ile onu ayakta tutmak mümkün değildir. Devleti asıl ayakta tutacak unsurlar onun ruhunu teşekkül ettirecek değerler manzumesidir. Misal, fethedilen her yeni toprak sadece kılıçların gölgesinde vatan olma payesine ulaşmaz. Türk devleti gittiği her yerde ordusuyla birlikte evrensel bazı değerleri de beraberinde götürmüştür. Bunlardan hiç şüphesiz en önemlisi adalettir.
Türk devletleri, asırlar boyunca ordusuna, milletine ve adalete dayanarak hayat bulmuşlar ve böylelikle birçok toprağa hakim olmuşlardır. Adalet ve ahlak üzere kurulan devletlerimizin kıtaları aşan şöhretleri de, adaleti hakim kılmak üzere olmuştur. Tarih boyunca sayısız örneğine rastladığımız olaylarda, devletlerimiz hiçbir zaman adaletten vazgeçmemiştir. Eğer bir yerde adalet yıkılırsa, orada nizam da bozulur, ahlak da bozulur. Bunun sonuçlarını çok iyi bilen Türk devletleri, her zaman hakimiyeti altındaki insanlara adaletle hükmetmeye çalışmıştır.
Eski Türk devletlerinde kanuna ve adalete riayetin kut yani mutluluk ve saadet getireceği aksi durumda ise zulüm ve hüsrana yol açacağı belirtilmiştir. Esasen bu genel ilke Türk devletinin omurgasını teşkil etmiş ve daima bu çerçeveye sadakatte azami hassasiyet gösterilmiştir. Doğu toplumlarında adalet lütuf iken, Türklerde ise tebaa için hak hükümdar için ise meşruiyet alameti olmuştur. Bu durum adalete verilen öneme dair dikkate şayan bir göstergedir. İslam öncesi Türklerde töre, yazılı olmayan ve hayatın içerisinden edinilen tecrübelerle ile meydana gelen kanunlar olarak, adaletin sembolüdür. Ona uymak hem tebaaya hem de hakana farzdır. Bu kurallar manzumesi, Türklerin, İslamiyet’i kabul etmesi ile birlikte daha bir üst seviyeye çıkmıştır. Türkler, kendi töreleri ile birlikte kabul ettikleri dinin gereklerinden biri olarak adaletli olmaya azami miktarda özen göstermişlerdir. Bunun sonucu olarak adalet ile ilgili her kural, halk ve devlet kademesinde yer alan en alt kişiden hakana kadar eşit olarak uygulanmıştır.
Anayurdumuz olan, Orta Asya’dan Anadolu’ya göçün sonunda kurulan beyliklerimizde, devletlerimizde de adalet, her zaman önem verilen bir değer olmuştur ve bu değer, devletlerimizin güneşi olarak Anadolu denen bu coğrafyayı ve hüküm sürdüğümüz Balkanları, Arap diyarlarını, Afrika sahillerini, Karadeniz kıyılarını ve nice diyarları aydınlatmıştır. Fethedilen topraklarda yaşayan halkların hak ve hukukunu üzerine alan, onlara kendi dilleri ile konuşma, inanç ve akideleri istikametinde ibadetlerini yapabilme imkanı tanıyan ecdadımız, kendi milliyetinden ve dininden olmayan bu insanları hak ve hukuk bağlamında kendisinden ayrı tutmamış hatta bazı hallerde onlara pozitif ayrımcılıklar dahi vermiştir. Adaleti mülkün temeli olarak gören bu devlet anlayışı, bu topraklarda asırlar boyu nasıl hüküm sürdüğümüzün cevabını da vermektedir. Öyle ki yüzyıllar boyu varlık gösteren Osmanlı Devleti her zaman adalet üzerine bir yönetim anlayışı sergilediği için, Gayrimüslim birçok kişi zulüm altından kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Hatta İstanbul’un fethi esnasında Ortodoks mezhebine mensup kişiler İstanbul’da Katolikleri görmek yerine, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz dahi demiştir.
Adalet ve hukuka verdiği kıymet ile Kanuni mahlasını alan Sultan Süleyman Han şöyle açıklıyor: Kılıcın yapamadığını adalet yapar. İşte bu veciz ifade Türk devlet geleneğinin irfan veçhesine dair muhteşem bir anekdottur.
Dinin Emri Olarak Adalet
Yüce dinimiz İslam’ın temel kaynaklarında adalet kavramı sadece Müslüman olanlara değil, mezhebi, meşrebi, sosyal ve kültürel yapısı, makamı mevkisi; alimi-cahili, cinsiyeti, ırkı, dili ve rengi ne olursa olsun yaratılanlar arasında fark gözetmeden bütün insanlara, sadece insan oldukları için aynı değer ve ölçüde uygulanması emredilmiştir.
Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayan, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi’nin 135. ayet
Her konuda olduğu gibi adalet konusunda da önderimiz Hz. Muhammed (sav) en güzel örneği yaşayarak bizlere göstermiştir. Kureyş kabilesinin Mahzumoğulları kabilesine mensup, Fatıma isimli soylu bir kadın hırsızlık yapmış, yapılan yargılama sonucunda suçu sabit görülüp, elinin kesilmesine karar verilmişti. O kadını cezalandırmaması için ashaptan Peygamber efendimizin çok sevdiği Hz. Üsame’yi Peygamberimize aracı olarak göndermişlerdir. Bu duruma kızan Hz. Peygamber (sav): “Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Mahzum kabilesinden Fatıma değil, Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim (Buhari, Hudud 11,12). Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (sav) aracı olmak isteyenleri çok yakını da olsa reddetmiş, suçluya layık olduğu cezayı vermekte en ufak bir tereddüt göstermemiştir.
Adalet mülkün temelidir sözünün sahibi, ikinci İslam halifesi Hz. Ömer de davranışları ile adeta, adaletin vucüt bulmuş haliydi. Adaletli olmaya çok özen göstermiş ve bu konuda hiçbir ayrım gözetmemeye çalışmıştır. İşte vereceğimiz şu örnek de bu konuya çok güzel ışık tutacaktır: Hz. Ömer (ra) zamanında Şam valisi olan Sad b. Ebi Vakkas bir cami yapımı esnasında camiye bitişik arsası olan Yahudi arsasını satmak istemez. Ancak Vali arsayı zorla kamulaştırır ve bedelini adama gönderir. Yahudi tavsiye üzerine Medine’ye gelerek durumu Halifeye şikâyet eder. Hz. Ömer bir deri veya kemik parçasına bir şey yazarak bunu valiye vermesini söyler. Hayal kırıklığına uğrayan adam bir şey çıkmayacağını düşünür ama yine de valiye gidip Hz. Ömer’in yazdığını uzatır. Vali çarpılmış gibi hemen Yahudi’nin arsasını iade eder. Sebebini daha sonra şöyle izah eder: İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra gidip krala durumumuzu anlattık. Develerimizi iade etti ve bize ayrı ayrı kapılardan yarın şehri terk etmemizi söyledi. Ertesi gün şehrin iki kapısında vezir ve kralın büyük oğlunun asıldığını gördük. Meğer bunlar bir çete kurup gasp ve talan yapıyorlarmış. İşte getirdiğin pusulada Ömer bana bunu hatırlatıyor ve diyor ki: Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.
İslam, hayatın her alanında adaletli olmayı emretmiştir. Yalan şahitlikten uzak durmayı, insanlar arasında hakkı gözetmeyi, zulüm karşısında sessiz kalmayıp adaletin savunulmasından yana mesajlar vermiştir. Adaletin herkes için gerekli olduğu, herkesin bir gün adalete ihtiyacı duyabileceğini belirterek her çağda geçerli olabilecek evrensel ilkeler ortaya koymuştur.
Mazlumun, haksızlığa uğramış kimsenin duasından sakın çünkü onun duası ile Allah (c.c) arasında perde yoktur.
Sosyal Bir Olgu Olarak Adalet
İnsanlar varolduğu günden beri adaleti tesis etmeye çalışmıştır. Eskiden bu durum manevi duygu ve düşüncelerle kontrol altına alınmaya çalışılmış olsa da günümüzde adaleti kurumsal yapılarla somutlaştırmak mümkündür. Adaletin temelini kurallar oluşturur. Milyarlarca insanın aynı gezegeni paylaşması büyük çoğunlukla kurallarla mümkün olabilmektedir. Adalet olgusu, devletten devlete değişse de evrensel olarak adalet anlayışı bütün dünyada devam etmektedir.
Adalet deyince aklımıza sadece hukuk kuralları geliyor ise, düşünce yapımızı değiştirmeli ve bu konu üzerinde yeniden düşünmelidir çünkü 21. yüzyıl dünyasında yeni sayılabilecek bir kavram olarak karşımıza sosyal adaletsizlik kavramı, sadece hukuk kuralları ile veya benzer metinler kullanılarak açıklanamaz. Bu yüzden sosyal bir olgu olan adalet kavramına geniş bir perspektiften bakmalıyız. Sosyal adaletsizlik, uluslararası veya yerel düzeyde insanlar arasında vuku bulan vergi adaletsizliği, adil ücret dağılışı sorunu, eğitim alanında yaşanan sorunlar, kadın-erkek eşitliği vb. konuları içine alan, insanların bu konularda yaşadığı tüm sorunları inceleyen bir üst başlıktır. Sosyal adaletsizliğe mahkum olan bireyler, kendilerinde var olan yetenek ve özellikleri yaşadıkları şartlar içerisinde pratiğe dökme fırsatı bulamazlar. Bu ise zamanla yığılma göstererek, sosyal adaletsizliği meydana getirir. Devletler, sosyal adaletsizliği önleyerek toplumdaki huzur ve refah ortamını koruyabilirler. Bunun için eğitim, hukuk, ekonomi gibi alanları kapsayıcı olarak her alanda eşitliği esas alan, adalet üzere düzenlemeler tesis edilmelidir. Zincirdeki bir eksik, sosyal adaletsizliğin aksamasına ve toplumdaki huzur ve refah ortamının bozulmasına yol açabilir. Örneğin herkesin geliri ile orantılı vergiler alınmalı, eğitimde herkese aynı derecede fırsat eşitliği oluşturulmalı, kadın-erkek eşitliği hayatın her alanında istisnasız olarak sağlanmalıdır.
Adalet, sadece devlete ve yöneticilere has bir kavram değildir. Adalet; hukuki, içtimai ve ahlaki alanların hepsini kapsar. Bu bağlamda adalet, kişinin kendisine, ailesine ve çevresinde yer alan insan, doğa ve hayvanlara karşı görevlerini ve haklarını yerine getirmesidir. Aile hayatımızdan iş hayatına, eğitim hayatımızdan devlet hayatının her alanına adalet değeri nüfuz etmektedir. Ebeveynler olarak aile efradımıza, amir isek memurumuza, patronsak işçilerimize, sosyal hayatta karşılaştığımız insanlar arasında adaletli davranmak zorundayız. Çünkü adalet herkes için gereklidir. Bugün başkasına lazım olan adalet, yarın bize lazım olabilir. Tüm insanlığı eşit kılan adalet değerini, biz de toplumun fertleri olarak ilke edinmeliyiz ve her şartta adaletli davranmaya gayret göstermeliyiz.
Eski çağlardan günümüze birçok düşünür de, sosyal bir olgu olarak adalet üzerine fikir yürütmeye çalışmış ve tanımlamalar da bulunmuştur. Bu tanımlamalar ve fikir yürütmeler, her devrin kendi şartlarında olgunlaşma göstermiş ve açığa çıkmıştır. Yunan düşünür Platon’a göre, adalet, en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır. Çinli düşünür Konfüçyüs’e göre ise adalet, bir kutup yıldızı gibi yerinde durur. Geri kalan her şey onun etrafında döner. Farabi ise adalet hakkında şöyle demiştir: Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir.
Sonuç Olarak
Adalette önemli olan, her şart ve durumda adil davranabilmektedir. İyi bir toplumun yapı taşlarından birini de adalet oluşturur. O yüzden, adalet için gerekli olan neyse onu yapmalıyız, bu işin sonunda canımız yansa da, zarar görsek de adaleti sağlama yolunda adım atmalıyız. Çünkü adalet herkes için vardır ve var olmaya da iyi insanlar sayesinde devam edecektir. Hele ki zulmün ve adaletsizliğin arttığı bu asırda, derdimiz adaletli olabilmek ve öyle kalmaya çabalamak olmalıdır.
İnsan, beşerdir. Beşer olan insan, şaşardır, zayıftır, varlığı yaşadığı ömür ile sınırlıdır ama bu sınırları aşmak ancak adalet ile mümkündür. Gelip geçici olan şu dünyada hiçbir insanın diğerine üstünlüğü yoktur, üstünlüğümüz yapacağımız güzel işlerle, iyiliklerle, adaletli davranışlarımız ile ortaya çıkar. Adalet ile insan erdeme ulaşır, sonsuzluğa ulaşır. Bu sonsuzluğa erişmek için toplumun bireyleri olarak aile, iş, devlet vb. alanda üstümüze ne vazife düşüyorsa eksiksiz olarak yerine getirmeliyiz.
Herkes için, her zaman adalet!
Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:
Bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir:
Harun Karaburun (2021) Zulüm İle İhsan Arasındaki Çizgi: Adalet, hukukcukafasi.com/adalet-kavraminin-farkli-acilardan-tahlili, (Erişim Tarihi: …).
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Adına Yılmaz ÇİFTCİ, DEĞER, Ankara, CEZA VE TEVKİFEVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, 2020, s.(1),(6-8),(36-37).
Adalet ile İlgili Kompozisyon, https://www.elizan.net/2019/10/adalet-ile-ilgili-kompozisyon.html, (Erişim Tarihi: 21.12.2020)
Diyanet İşleri Başkanlığı KUR’AN-I KERİM Nisâ Suresi-135. Ayet Tefsiri, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/628/135-ayet-tefsiri, (Erişim Tarihi: 20.12.2020)
Hz. Ömer Nuşirevan’dan daha az adil değildir, yeniasya.com.tr/mustafa-goknur/hz-omer-nusirevan-dan-daha-az-adil-degildir_493398 (Erişim Tarihi: 21.12.2020)
Harun Karaburun
Harun Karaburun (Tümünü gör)
- Zulüm İle İhsan Arasındaki Çizgi: Adalet - 29 Mart 2021
- Salgınla Mücadelede Sokağa Çıkma Yasağının Hukuki Değerlendirmesi - 15 Ocak 2021
- Eğitim Sistemimizde Kopya ve Hukuki Yaptırımı - 30 Aralık 2020